Yazşıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

Ruhumun Kapsülü

                           

Enterik Kaplı Mikropellet Kapsül yazıyor kutunun üstünde. Her sabah bir tane yutuyorum, midemi koruyormuş. Hıh yıllardır koruyor, bir türlü tamamen geçmedi illet gastrit.

Asıl ruhumu korumam lazım şu aralar, koruyamıyorum. Bir haller oluyor anlayamıyorum. Sürekli doğudan esen Karayelin etkisiyle sesler duyuyorum. Susmuyorlar, susturamıyorum.Bir şeyler yapıyorum durmamacasına,  kendimi durduramıyorum.
 Neler oluyor?
 Belleğimin bir oyunu mu bu sürekli ters tarafa sarıyor, benim olmayan halüsülasyonlarda kayboluyorum. Doktor ilaç veriyor, aldım mı iyice deliriyorum. Abajurla aynı hizada duruyor, hiç bir şey yapamıyorum.

İçimdeki sesleri yazıyorum bazen, okuyunca şaşırıyorum. Hangi ara kaçmış içime bu ifritler? Konuşturuyorum, pek bir sivri dili, acısı katmer zift gibi yapışmış içime, kalemin sivri yanıyla kazıyor, kazıyorum. İrin gibi akıyor sözcükler, kara kapkara kanıyor satırlara. Durmadan yazıyorum, taki o saf temiz kırmızı ya ulaşınca işte o zaman anlıyorum. Anladığımı sanıyorum belki de.
Images

Gözden Giren Elden Çıkar


                                                                                                                    
Yaşadığımız yüzyılın aşina olduğufotoğraflar vardır. Bakarken ruhumun ezilip yok olduğunu hissederim. Ölümün, acının çocuk bedenleri üzerinde duruşu ve yansıyışının insanlara yaşadığı dünya üzerindeki gerçekleri hatırlatır. Bunca acı ve ölüme rağmen yaşama sığınmak için sığınırım o hayal dünyasına. Yaratma ve üretme, ölümün yanına yaşamı katma, umudu her daim ayakta tutma. 

 Aylan Kurdinin sahile vuran bedeninin fotoğrafı, sanatsal bir değerin yanında insanlığın vicdanını sorgulamasına neden oldu. Ölüm ve Masumiyet bir karede bu kadar güzel görünürdü.

Bir anne olarak o çocukları o korkunç karelerden söküp masumiyetlerini yaşamalarını isterdim. Yaşayamadıkları çocukluklarına masum hikayeler uydurur, yüzlerine yansıyan korkunun kaç okşayış, ne kadar şefkatle unutturulabileceğini düşlerdim.
  



Bu görüntüleri farklı düşleyen ve yansıtan Azerbaycanlı ressam ve Karikatürist Gündüz Aghayevin çalışmalarını görünce aklıma Aşık Paşanın sözü geldi" Gözden Giren Elden Çıkar" algılarımıza takılıp kalan öyle çok görüntü var ki. Bunları sağaltmanın ruhumuzu hafifletmenin yolu üretmek, üretirken yaratmak. Aghayevin çalışmalarından yansıyan, içimize dokunur yanı gerçek ve hayal.

Sanata ve umuda her daim sarılmak.

Nurten Yurt


Images

Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu

       


Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumuna katıldım. Bağlarbaşı Kültür Merkezinde Bican Veysel Yıldız tarafından düzenlenen, Onyedi ülkenin katılımıyla gerçekleşen sempozyumda dinleyici katılımcılarının çoğunluğu öğretmenlerdi.

İlgimi çekenlerden biri Öğretim Görevlisi Ayşe Kucur'un Küçük Prensin Televizyon Dünyasına Girişi: Masumiyetin Yok Oluşu adındaki incelemesiydi.

Kitabın yazılışı ve verdiği mesajların dizide nasıl değişime uğradığı ve bu mesajlarla yetişen çocukların verdiği tepkilere değindi. Çocuğun geleceğe yazılmış mektup olduğundan yola çıkarak, modern dünyanın proje çocuk olarak yetişen çocuk modeli ile toplum içinde gerçekçiliği karşılaştırması yaptı. Geçen yüzyıl içinde çocuk imgelerine değindi. Çocuk masalları ve anlatılarının verdiği mesajların değişimine dikkat çekti.
                               

Diğer katılımcı Osman Çoban Bir Online Okuma Platformu olarak Wattpad ve Sanal Dünyanını Gençlerinde Sanal Okuma Kültürü ile ilgili araştırmasını paylaştı.

Koç Üniversitesinden Doç.Dr. Ilgın Veryeri Alaca'dan  Bir Çoçuk Kitabının Oluşumu adlı sunusunda beş başlık üzerinden Slayt fotoğraflarla kitap oluşumunu dinledik.

1- Araştırma (lokal ve Global araştırılma yapılmalı, Dünya Edebiyatını okumalı, anlamalı, Kütüphaneler, Sergi, Ders, Arşiv üzerinden yapılabilir.

2-Etkin Üretim Süreci (Aceleye getirilmemeli, Shaun Tan'ın Uzak adlı sessiz kitabının oluşumu dört yıl gibi bir sürece dayanır. Koç Üniversitesi Yayınlarının üretim süreci paylaşımı)

3- Başvuru ve Geri Bildirim Süreci ( Yayınevleri, editörlerin etkili ve yapıcı olmaları ile ilgili paylaşımlar olmalı)

4- Kitabın Basılması ve Çocuklar ile Buluşturulması ( Kitap tanıtımları, Okullar ve Öğretmenler ile işbirliği)

5- Eleştiri, Ödül, Değerlendirme Mekanizmaları ( Okurlar, çocuklar, Ebeveyn ve Öğretmenlerden geri dönüşüm bilgilendirmeleri )

 

Arşiv Görevlisi Hüseyin Öztürk Çocuklara Ölümden Bahsetmek: Dört Eser, Dört Ferklı Bakış adlı araştırmasını paylaştı,

Ele aldığı Kitaplar, Bir Şeftali Bin Şeftali- Samed Behrengi, Memik ile Onbaşı-Aydın Özakın, Dedem Bir Kiraz Ağacı- Angela Nanetti, Beyaz Ölüm- Neriman Karagöz.

Adler'in "Bir insanın ansızın patdanak ölmesine tanık olan çocukların ruhları, dikkati çekecek derecede etkilenir durumdan" sözünden yola çıkarak kitaplardaki karakterlerin ölümünden nasıl etkilenip ilişkilendirdiklerini anlattı.

 Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarları Birliğinine ve emeği geçen herkese Sempozyum için teşekkürler. 
Nurten Yurt


  
Images

Okumalar Okuması

                               
 Bir sayfa üzerindeki kelimeler dünyayı bir arada tutar. Alberto Manguel'in bu sözünü çok severim.  Yıllardır katıldığım okuma gruplarında okur tiplerini gözlemledim çoğu zaman. Aynı kitabın içinde yol almış birbirinden çok farklı meslek ve yaşlardaki zihinlerin bir araya geldiğinde ortak oluşturdukları paylaşımlarda çıkanlara çok yakın.
  Grupta bir araya gelen kişilerin aynı kitaptan farklı yorumlar çıkarmaları, anlamların kişiden kişiye ne kadar değiştiği ve özelleştiğinide  gözlemledim.  Anlaşılamayan, beğenilmeyen, okunamayan kitaplar tamamen okuma alışkanlıkları ve kendine özgü okur bulamamalarından kaynaklanır. Her kitabın bir okuru vardır. Okurluğun zevki kişiye aittir.
  Manguel'in bu kitabı sekiz bölümden oluşuyor. Otuzdokuz denemesinde karşılaştırmalı okuma yapmayan okura ve, metinlerarasılık sorunlarına kendince cevapları var.  Aynanın içindenle diğer metinlere yansıyan yansımaların zevkli bir bileşimi.


  Manguel'in Okumalar Okuması adlı kitabında yer alan bir bölümden ideal okur üzerine yazılmış sözcükler aşağıda.

 “Üç tür okur vardır: Bir, yargılamaksızın keyfini çıkaran bir üçüncüsü, keyfini çıkarmadan yargılayan; ortadaki bir başkası, keyif alırken yargılayan ve yargılarken keyif alan. Sonuncu sınıf, hakikaten bir sanat eserini yeniden üretir; üyeleri fazla değildir.” Goethe, Johann Friedrich Rochlitz’e yazdığı bir mektuptan.
Werther’i okuduktan sonra intihar eden okurlar, ideal değil sadece duygusal okurlardı.
İdeal okurlar ender olarak duygusal olur.              

İdeal okur, kelimeler sayfanın üstünde bir araya gelmeden hemen önceki yazardır.
İdeal okur yaratma ânından önceki anda varolur.
ideal okurlar bir hikâyeyi yeniden kurmaz; yeniden yaratır.
İdeal okurlar bir hikâyeyi izlemez: Ona katılır.              
İdeal okur nasıl dinleneceğini öğrenmelidir.
İdeal okur çevirmendir, metni teşrih edebilir, derisini soyabilir, iliğine kadar dilimler, her arter ve damarı izler ve sonra da tamamen yeni, duyarlı bir varlığı ayakları üstüne kaldırır. İdeal okur tahnitçi değildir.
İdeal okur için bütün araçlar aşinadır.
İdeal okur için bütün şakalar yenidir.
“İnsan iyi okumak için mucit olmalı.” Ralph Waldo Emerson.
İdeal okurun unutma konusunda sınırsız bir kapasitesi vardır ve hafızasından Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın tek ve aynı kişi olduğunu, Julien Sorel’in kafasının kesileceğini, Roger Ackroyd’un katilinin adının Falanca olduğunu silebilir.
İdeal okur, Bret Easton Ellis’in yazdıklarıyla ilgilenmez.
İdeal okur, yazarın sadece sezdiğini bilir.
İdeal okur metni altüst eder. İdeal okur yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez.
İdeal okur, biriktiren bir okurdur: Bir kitabın her okunuşu anlatının anısına yeni bir katman ekler.
Her ideal okur çağrışımsal bir okurdur ve sanki bütün kitaplar yaşı olmayan, velut bir yazarın kitabıymış gibi okur onları.
Images

Kurban- Bayram- An

                                 

Yazşıyorum dedim ya. Yazamadan yaşar oldum. An da yaşanıyor her şey. Kendinlik dediğim o huzura kaçtığımda olup bitiyor işte. Kalemi kağıdı alıp, betimlemeye girmeye kalmıyor. Sonrası sözcük ayıklayıp okura kahramanı tanıtmak falan öyle gereksiz ki yaşanıyor.

Kendime kaçmıştım yine kurban bayramı 2.gün doğayla başbaşa derken karşı masada bir kız çocuğu ve genç bir baba. Çalan telefon zili, ilgi isteyen kız çocuğunun "baba" serzenişleri. Çalan telefon; "Allah rahmet eylesin abicim, bu mesleği seçiyorsan sonucu bu. Benim arkadaşlarım orada çarpışanlar, ben burada duramıyorum, çarşamba Ankaraya geçiyorum. Ne yapıp edip gideceğim, dönmem gerek içim almıyor, onlar orada şehit olurken ben burada kahroluyorum."
Sözcükler ağır yakışmıyor ortama, başımı çeviriyorum doğaya, yan taraftaki dikenli tellerin ardı orman. Ormanın içinde cip dolusu asker geçiyor. Gözlerim ağırlaşıyor, başımı kaldırıyorum gökyüzüne maviliklere.

" Baba baksana bana saklambaç oynayacaktık hani", " tamam canım bi dakka" " Bu günümü kızıma ayırdım abi, onunla olacağım gün boyu, akışına ne yaşayacaksak. tamam abi ben ismini yazdım arayacağım bildireceğim size, kaç gündür haber alamadım diyorsun, devrelerim var sorduracağım"

Önümde sayfa duruyor kalem yazamıyorum. Boş boş bakıyorum sayfaya sözcükler sıralanmıyor bir türlü satırlara avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum.

Gölgeler düşüyor günün üstüne saklambaç oynuyor baba kız. Ona kadar sayıyor çaresiz, şaşkın saklanan kızını arıyor. Kız koşup sobeliyor. Telefon sesi bölüyor oyunu.
 "Evet abicim, kim dedin tamam, yazıyorum adını soracağım haber alınca ararım"

"Baba, hadi ama"
 "Tamam kızım geliyorum"

Şaşkın çaresiz gözlerle göz göze geliyorum. Çantamı karıştırıyorum, bir ayna buluyorum, bir kaç renkli fasulye, ufak bir defter, bir kalem defterin içinden ufak çıkartmalar çıkıyor, çıkarıp veriyorum. Baba mahzun gözlerle
, "Dağdaki birliklerle uğraşmak daha kolay bazen o kadar çaresiz kalıyorum ki"
 "severmisin bunları ne dersin?"  Babasına bakıyor onay bekliyor. Teşekkür ediyorlar,
 "Oyalanır belki şu güneş çekilinceye kadar oynasa"

Masaya dönüyorum. Sayfaları çevirmek gelmiyor içimden, sözcükler ağır çok ağır soluyorum. Yüreğim ağrıyor, ormana dönüyorum, orman yeşil değil alev alev. Orman yanıyor, duman kaplamış her yanı güneşe dönüyorum. Koyu, dolu, dolu bulutlar yağmur, diyorum, yağmur !

Çakan şimşekler aydınlatıyor ortalığı, sayfalara dönüyorum. Sayfalar ıslak, sayfalar çamur, is ve yağmur.

Nurten Yurt
Images

Şehrin Kurtuluşu


Geldikleri gibi gitmiyorlar Atam.  Gitmedikleri gibi çok şey götürüyorlar.  Şehir artık bildiğin şehir değil. Aldı başını gitti.  Nerede başlıyor, nerede bitiyor meçhul.  Garip yaratıklar üredi.  Silahları o eski silahlar değil.

 Gemiler yok boğazda, bayrak sallanıyor burçlarda.  Lakin bir işgal var. Bu şehir o şehir değil. Karadelik gibi yutuyor insanı.  Hani yuttuğunu bir başka tükürüyor. Tükürdüğü asit gibi yakıyor, yok ediyor dolaştığı sokakları. Çürüyor içindekini çürütüyor, kokuyor bu şehir.

Bir yerden bir yere gitmek bir kaç gün sürüyor. İşin kötüsü bir türlü gittiğim yerleri bir önceki gibi bulamıyorum. Sabah geçtiğim yollar bir başkalaşıyor, kayboluyorum. Gayya kuyusu çekiyor, girdap sürüklüyor. Korkudan günlerce çıkmadığım oluyor kapı dışarı. Sesler tuhaflaşıyor, dinleyemiyorum.

Kulaklarımı tıkıyorum, gözlerimi kapıyorum. Yokmuş gibi yapıyorum. Soyutluyorum kendimi zamandan. Mekanın eskileri var onlara bakıyorum. Dantel gibi kıyıları yok boğazın. Bendeki son dantelin üstüne sıçan kediyide kovaladım. Kedileri nankör değil bonkör. Pamuğun köpek çeteleri son masum tepenin ardından aşıp gitti.

Köstebekler gibiyiz yeraltında, göremez olduğumuz güzellikleri gömdüğümüz mezarlıklarla.

Sanal bir şehir var hızla kayan bir türlü giremiyorum içine. Bazen bir surun dibine çöküp kalayım diyorum bırakmıyorlar. Sur da kalmadı ya şehrin kuleleri var camdan. Gökyüzüne ulaşan kubbeleri aşan.

Geçenlerde herkes birbirine girdi. Günlerce savaştılar ne için biliyormusun. Ağaç evet ağaçlar için savaşan insanlar varmış. Gittim, ya göremedim bir şey gözlerim ciğerlerim yandı. Ondan sonra çorap söküğü gibi söktüler şehri. Dönüşüyor şehir bilinmeyen bir şeye. Tren yolu yok artık şehirde rayların üstünde çürüyen vagonlar. Kullanılmayan limanlar. Şehre gelen tanınmayan yabancılar. Yabancılaşan başkalaşan şehir.

Sonra yağmur var, hortum var. Ara sıra dayanımıyor gördüklerine Taru çıkıp geliyor katıp götürüyor. Her gece yalvarıyorum Taru'ya o cam, çelik ve beton yığınlarını da beraberinde götür diye. Biliyorum bir sabah uyandığımda geldikleri gibi gidecekler.
 
Şehrime uyanacağım ben. 

Nurten Yurt



Images

Edebiyat Kimin İçin

 Gün Işığı Kitaplığının 5. Zeynep Cemali Edebiyat günündeydim.

Açılış konuşmasını yarım asırdır Türk Edebiyatına katkıda bulunan eserler veren, Türkçenin düzgün kullanımı için yüreğini koyarak direnen "dil gönüllüsü" Feyza Hepçilingerler yaptı.

İletişim Yayınları ve Birikim Yayıncılığın deneyimli yöneticilerinden Tuğrul Paşaoğlu dijital yayıncılıkla ilgili bilinmeyenleri

. Kitabın dijital yolculuğu yeni ve farklı okuma deneyimleri

. Dijital yayıncılıkta telif sorunları ve uluslararası hukukta yaklaşımlar

. Dijital kitap üretiminde yaşanan güvenlik, alt yapı ve standartlaşma sorunları

. E- kitap üretimi, satışı ve tüketiminde teknoloji kullanımı

. Dijital yayıncılıkta yayıncının rolü değişiyor mu?

. Arşiv kitaplar ve yeni kütüphaneler başlıklarıyla anlattı. Soru cevap bölümünde kültür tekelleşiyormu sorusuna Orwel'in 1984 uyle cevap verdi. İnsanın yaratıcılığı ve sınırsızlığına güvendiğini belirtti. Tekelleşmemi, tekilleştirmemi sorusuna zamanın kalmaması nedeniyle cevabı arada kendisine anlatacağını söyleyen Tuğrul beyin ve kütüphaneciler birliği başkanının konuşmasına ortak olamadım.

Karin Karakaşlı'nın Edebiyatı Anadilde Yazmak, Anadilde Okumak başlığı altında çocukluğundan bu yana yaşadığı dil kırılganlığını bu ülke adına ortak dilde üretmek sözleriyle bitirdiği uzun bir konuşmaydı.

. Farklı dillerde düşünmenin yazma deneyimine etkisini,

. Anadil okur yazarlığının bireyin varlığını belirlemesinin ne olduğu

. Birden çok ana dile sahip olmak ve edebiyat dilini seçmek

. Edebiyatı ana dilde yaşatmanın önemi

. Anadil yasaklarının edebiyata nasıl yansıyıp, nasıl etkilediği başlıkları ile anlattı.


Kahve molasından sonraki Panel'in konusu Yayınevinden Okura Kitabın Satış Süreciydi.

Katılımcılar Literetür Yayıncılığın kurucusu, Punto Kitap dağıtımın genel müdürü Kenan Kocatürk,

D&R'nin Kitap satın alma müdürü Betül İşeri

Ankara Dost Kitabevinin kurucusu Erdal Akalın

Kitap Yurdu. com'da dijital iletişim ve reklam danışmanı Ayça Bayrak'tı.
Images

Şehrin Ağaçları


  Ağaçları da okumalı insan.  Şehrin ağaçları çok şey anlatır insana.  Tek tük betonların arasında kalmış olsalarda dokun onlara sarıl, yaşam ulaşır sana. Kulağını daya, sırtını daya otur dinle, tüm gördüklerini anlatır.  Yaprakların rüzgarla yaptıkları senfoniyi duyarsan, türlü hikayeler anlatırlar.

  Efsunludur onlar, zarar veren ah alır iflah olmaz.  Yaş kesen baş keser unutma. Meyve verene sakın dokunma.  Bütün yapraklarını döküp çırılçıplak kaldığında kış ortasında seyret.  Nasılda karanlık bir görüntüsü vardır.  Oysa inatla sarılır hayata, baharda verir tomurcuklarını.  Yeşil yapraklar arasında giyer gelinliğini, nazlı nazlı süzülür. Yağmura rüzgara inatla karşı koyup sunar meyvelerini insana.

 İlla bir ağaç olacaksan çınar ol. Bir bak çevrendeki ağaçlara, oku onları nasıl yaşarlar.  Yaşarken kimler onunla birlikte yaşar. Çınar yüzyıllar boyu meydan okur yaşama. Bir yanı ölürken diğer parçasıyla tutunur hayata.  İçi çürür, dışı yaşar, mücadele eder.  Köküyle tutunur toprağa inatla.
 Bir çınarın gölgesinde rahat uyur insan, huzurla.

   Budanmaya gerek kalmadan sen feda et bırakman gereken fazlalıkları. Sürmek istediğin sürgünleri fışkırt topraktan.  Tohumlarını saçmak istiyorsan bırak rüzgara savursun dört bir yana.  Doğa her daim fısıldar sana gerçeği duymasını bil.

  Yaralandın mı? Kapılma çürük tarafına.Kocadın mı? Dön güneşe, sıkıca sarıl köklerine.  Fışkırsın hayat diğer dallarından.

Nurten Yurt
Images

Yaşam

 Bazen zamanı unuttuğum oluyor.  Dalıp gidiyorum farkında olamıyorum, sayfaların arasından, kağıdın boşluğuna sonra o kendi tuhaf dünyama. Gündüz rüyalarının ışığında, sonra bir bakıyorum gün bitmiş.  Zaman ne çabuk geçmiş oysa ne çok şey vardı yaşanacak.  Yaşamak isteyip yaşayamadığımız o ... lar çok fazla yer alıyor hayatımızda.  Bir kısır döngüye girmiş hayatlar.  Paralele bağlamış sayfalarla bunaltılarımı kusuyorum. Boşluğun saflığında izi kalıyor biraz da kokuyormu ne?  Bırak koksun derdi hocam, koksun ki kokudan anlasınlar. Çabuk unutur insanoğlu, unutmazsa yaşayamaz. Varsın unutsun, işte o kokuyu duyunca unuttuğu anımsayan anlar.
 
  Yaşam biraz da bu derdi kendini unutmak.  Neyle uğraşırsan o olmak. Dönüp baktığında yaşanmıştır yaşanması gereken. Sorgulamak zaman kaybettirir insana hele de bu çağda. Görüntü yetiyor insanoğluna gerisini yaşayan anlar. Ürettiğin seni anlatır, paylaştığın çoğalır.  Yaşam böyle yaşanır.  Zamanı da yaşamı da fazla sorgulama sen yaşanması gerekeni yaşa.

Nurten Yurt
Images

Mecimi ce İmece


Akyazı’nın köylerinden Kuzuluğun fındık bahçelerindeydim. Üç gün mecilerle birlikte fındık topladım. Meci, imeceden geliyor, mevsimlik fındık toplayıcısı demekmiş. Fındık bahçeleri yanyana, çoğunun sınırları bir direk, çökmeye yüz tutmuş bir tümsek. Bahçeler bakımsız, fındık fideleri kocamış, dikene tutsak. Köylünün derdi, Ağustos sıcağında fındığı kurutmadan kaldırmak hasadı. Tarlasını bitiren, komşusunun tarlasını kaldırmak için bir diğerinin tarlasına gidiyor. Meci bulmak zor, birbirlerinin mecilerini ayartıyorlar.  Kadınlar topluyor fındığı, birkaç delikanlı var aralarında. Uzun fındık dallarını eğmek işi daha çok onların. Elleriyle fındık toplarken çeneleri işliyor kadınların. Yemek tariflerinden, hangi tarlanın bittiğine, bitmeyenin hikâyesine, kimin fındık hasadında ne yapacağına kadar her şeyi dinliyorsunuz. Hasat malum, fındığı satan ya oğlan everecek, ya evi yenileyecek, ya da ihtiyaç karşılayacak. Budama işleri erkeklere aitmiş. " onuda onlar yapsın, ne yapayım" diyor biri. "ben yaparım, erkeğim yok" diyor diğeri.  Ağırlık kadınlarda her zaman ki gibi. Sabah günün doğuşuyla kalkıyorlar. Evin işlerinden sonra sekiz buçukta tarlaya gidiliyor. Öğle ezanına kadar toplanıyor fındık. Öğlen yemeği paydosu, saat üçte tekrar başlıyorlar toplamaya, altı buçukta paydos. Eve dönüş, banyo saati ve akşam yemeği. Sonrası gökyüzünün meteor şöleni.  Kan, ter ve gözyaşı ise Arzu'nun üçlemesi.
 
Images

Hiroşima

    Bir Turna uçuyor şehrin üstünden, kapılar çalınıyor birer birer.  Şehir uykuda, uyanık olanlar kendi rüyalarında. 
Sadokanın fısıltısını duyanlar, Kağıttan Turnaların hikayesini iyi bilirler.  Hiroşima'ya atom bombası atıldığında iki yaşında olan Sadoka, On iki yaşında kansere yakalanır. Hastanede tanıştığı yaşlı kadının tavsiyesi üzerine kağıttan bin turna yaparsa iyileşip sağlığına kavuşacağına inanır.  Bu inançla yapar turnalarını, öykü tüm dünyada duyulunca binlerce kişi turna yapıp gönderirler. Sadoka altı yüz otuz yedinci turnasını bitirdikten sonra veda eder hayata. Dünyanın her yanından gelen binlerce turna kuşunu göremez Sadoka. Japonya'da bir müzede sergilenir dünyanın her bir yerinden gelen, umut taşıyan kağıttan turnalar. 
  Nazım bir şiir yazar Atom bombasına isyanını anlatır, dizelerinde. 
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem                            
Images

Ödünç Yaşamlar



 Gündemin ve güneşin sıcaklığıyla nefes almakta zorlandığımız günlerde güzel bir gece yaşattığı için Ali Poyrazoğlu’na ve Kadıköy Belediyesine teşekkürler.

 Özgürlük Parkındaki Tiyatro Festivalindeydim. Ali Poyrazoğlu’nun "Ödünç Yaşamlar" adlı oyunu için oldukça bir kalabalık birikmişti. Sıranın uzunluğu, genç, yaşlı insanların arasında izlenimlerle pek bir keyifli geçti. Oyunlar saat dokuzda başlıyor, bir saat önceden gitmekte fayda var. Akşamın serinliği, havuzun şırıltısı, ağaçların ferahlığıyla Özgürlük Parkı her daim nefes alınacak yerlerden. Tiyatro festivali 17 Ağustosa kadar devam ediyor.

 Amfi Tiyatroya girdiğimde her yer dolmuş, sandalyelerini yanında getirenler boşlukları doldurmuştu. Kalan boşluktaki girişte dolduğunda kapılar kapandı. Poyrazoğlu her zamanki neşesi ve enerjisiyle sahnedeydi. Tuluatın ustasından stand-up tek kişilik bir oyun. Oyunun konusu Poyrazoğlu’nun sahne yaşamında geçirdiği yıllar. Araya giren uyarlanmış gündem hicivleri güldürüyor seyirciyi.
Images

Kuzguncukta bir Kitapevinden

 Güneşin ışınlarıyla başından aşağı yandığın yetmezmiş gibi asvalttan yükselen ısı da bunaltıyordu. Yokuş aşağı inerken merdivenlerin yanıbaşındaki kütüğün üstündeki oniki sayısı kırmızı kırmızı sırıtıyordu. Kurumuş köklerin" şu an o asvaltın altinda olup yaşasaydım, yeşil yapraklarım güneşin ışınlarına gölge olacaktı." fısıltısıyla merdivenleri hızla indim. İncir ağacının sıcaktan zımparalanmış yapraklarının kokusunda ferahladım. Sokağın başında iyotlu esintiyi iyice içime çektim. Yolun iki yanına sıralanmış asırlık çınarlara şükrettim. Şehrin her şeye rağmen inatla ve hatta savaşarak ayakta kalmaya çalışan semti Kuzguncuk.
 Bostan duruyor şükürler olsun, o yeşillik gözlere gönüllere şenlik. Küçük,renkli semtin ilginç eskicileri, sahafları ve cafeleri önündeki masalarda insanlar günlük meşgulietlerinde. Mevsimsel sakinlik sokağa yansımış. Gölgeye sığınmış semtin hayvanları uykuda. 

  Evvel Zaman İçinde'nin tabelasını göremeyince üzüldüm. Dükkan sahibi iki yıl önce devraldıklarını söyledi. Gülümser hanım güneyde bir sahil kentine yerleşmiş. İki yıl ne çabuk geçmiş, dükkan değişmiş, masalsılığını yitirmiş. Çekmecelerdeki eldivenler Munganın öyküsünü hatırlattı, askıdaki çocuk elbiseleri de eski zaman giysilerini. Biblolar, şapkalar, objeler, şeylerin dünyası işte. Dükkandan çıkarak ana sokağa doğru yürüdüm. Ayazmayı ziyaret edemedim kapalıydı, sadece pazarları açıkmış artık.
   
Images

Dünyanın Sonu


 Tuhaf bir rüyaydı. Yağmurlu bir pazar, Mayısta mayısa benzemiyordu. İçinde ilerlemeye çalıştığım şehir, benim şehrimin soluk bir kopyası gibiydi. İnsansılar doluşmuştu. Yapılar değişmiş, son masum tepe, tepelik ten çıkmış. Kırk altı yıl önce diktikleri kulenin yanında zamanla tüneyen direkler yetmemiş, birde cami kondurmuşlardı. Teleferik tellerindeki kabinlerde insanlar sallanıyordu. Betonların arasından sızan yeşil  şeritler rüzgarda sallanmıyordu.

 Teneke kutular her zamanki gibi yollarda aşil’in kaplumbağaları misali. Şehrin her yeri bayraklarla donatılmış. Dıngır, mıngır müzikler. Üç harfliler iş başında, çarpılmaktan yamulmuş insansılar her tarafta. Sandıktan Schrödinger'in kedisi çıkacak Haziranda.


   Neredeyim anlayamadım. Bir kurbağa çıktı karşıma vrak’ta vrak diyerek. Pörtlemiş gözleri, yeşil kahve benekleri, uzun sivri diliyle etraftaki sinekleri yuttu. Nutkum tutuldu, nasılda görememişim. Görmek şöyle dursun nasılda öpmüşüm. Süpürgemi kaldırdım indirdim kafasına. Bir çırpıda bindim üstüne süzüldüm gökyüzüne. Şehrin teneke kutuları, kuleleri ve direkleri, legodan yapılmış gökdelenleri geride kaldı. Gri ve dolu gökyüzünde şimşekler çaktı, bulutlar bardaktan boşandı. Mayısın yağmurlarında şapkam ve süpürgem ıslandı. Gökkuşağının altından süzüldüm. Renkler fışkırdı dünyaya orada kalakaldım.

Nurten Yurt
Images

Nisan

Gel inat etme çok dolusun boşalt. Bir çak,bir gürle, istersen sesli sesli ünle. Sonrası bırak gitsin, erkekler ağlamazmış falan hikaye. Bak şu gökyüzüne, o da dolu,dolu olmasında ne yapsın her gün bu şehrin insanlarını seyretmek kolay mı? Şehri ben seyrederken kahroluyorum.

Hangi insana baksan suratından düşen bin parça. Yetmeyince ondan bundan çıkarıyorlar, salyalar saçarak birbirlerini suçluyorlar. Hangisine baksan o haklı hiç insanlık kalmamış anlayacağın. Bırak insanlığı, hayvanın duyduğu merhameti, sadakati duymuyor bazıları. Bitki ağaç hak getire, her an baktığını düşün o bulutlar gibi bu şehre. Dolup ta ne yapmaz? Doğanın katledildiğini an be an izlemek kolay mı? Nisan geldi bak, yağmıyor rahmet. Yağıp da ne yapacak? Toprak kalmadı toprak içine işleyeceği.

Çocuklar vardı, Nisan en çok onlara yağdırırdı rahmetini. Onlarda yok artık, tören mören hak getire. Hepsini tıkmışlar evlerine, ellerine birer I pad başkalarının hayallerinde. Avm lerde tüketim peşinde obez edip katletmişler. Yağmur da ıslanmayan, top peşinde koşup çamurlan mayan, düşüp yaralanıp ağlamayan, çocuk olmayan başka bir şey oluyor azizim. O olanlarda diğerlerine bulaşıyor, amipleşiyor, değişim geçiriyor. Burada yaşam diyorlar adına şehrin dönüşümü, insanı dönüştürüyor görmüyorlar işte. Bak şu Greydere nasıl deşiyor toprağı sonra dolduruyor betonu, basıyor zifti. Ulaşıyor gökyüzüne, orada yaşayan yaşadığını sanarak, dolduruyor içine şehirden yansıyan ne varsa, öfkeyi, kızgınlığı, elektriği. Toprağa değmedikçe hissetmiyor kendini, camlardan yansıyan kırgınlıklarla dolan yüreklerin arasından sızan zift bu bizimkisi.
Images

Rüya


Bir rüyanın ortasındayım uyur, uyanık arası. Maverünehir akıyor yanıbaşımda, harfler, sözcükler sürükleniyor.

İnsanları görüyorum uzaklarda bir yerlerde. Sallıyorlar oltalarını yakaladıklarını cümle edip taşlara kazıyorlar. Kalabalık mahşer yerine dönüyor, her kafadan bir ses çıkıyor.

Duyamıyorum, izliyorum paralize olmuş bir halde. Savaşlar, tufanlar ardı ardına felaketler rüya kabusa dönüşüyor. Uyanmak istiyorum uyanamıyorum. Zaman hızla akıp gidiyor yakalayamıyorum. Konuşmak istiyorum sesim çıkmıyor, çığlık atıyorum. Bir kurt uluması çıkıyor içimden, kulaklarıma inanamıyorum. Gündüz güneş kararıyor, araya giren ayın gelgitlerini taşıyor insanlar. Herkes kendini yaşıyor, durup karşısındakinin çığlığını duyacak zamanı yok. Atomlar gibi çarpışıp duruyor, insanlık. Anda var olan yaşanıyor, durup düşünmeyi beceren yok. Ancak durduğunda kendi penceresinden bakıp yargılıyor geçen zamanı hatırladıklarıyla. Bu kadar ne zamanın ne de anın farkında geçiyor zaman. Farkında olduklarımız sadece kendi bakış açımız, bir diğerininkine yok ihtiyacımız.
Images

Okumak ve Oytun


  Oytun’u beş yıl önce tanıdım. Face’de bir kitap sayfası paylaşıyordu. Kitaba bu kadar ilgi duyan bir genç olduğunu hissettiğim için okuma grubuna davet ettim. Tanımadığım için, sanaldan yazışmalarıma da ters cevap verdiğinden endişeliydim. Yılmadım, birkaç kez yazarak anlamaya çalıştım. Sonra kaza geçirdiğini ve yalnız buluşmaya gelmesinin zor olduğunu söyledi. Babası getirdi onu, Kafka Kafenin merdivenlerini bilenler bilir. Ona yardım etmek istiyordum, karşımda bir delikanlı vardı. Hissediyordum sadece, o adım attığında atmayı öğrendim. İki kat çıktık birlikte. Gruptaki diğer arkadaşlarla tanıştı. O günkü kitap hangisiydi hatırlamıyorum. Oytun’un hikâyesi o kadar gerçekti ki.
  On dokuzun da bir trafik kazası geçirmişti. Dokuz ay komada kalmış, doktorlar yaşamaz demişler onun için. Bu koma hali, kolunda ve bacağındaki rahatsızlık vücudunu kullanamaması onun ruhunu ’da etkilemişti. Anlatırken söyledikleri çok ilginçti. Yatağında yatarken okuduğu Kinyas ve Kayra onu hayata bağlamış. Kitapları öyle tanıdım ve sevdim diyordu. Bizim okuma grubunun yaş ortalaması ve seçtiğimiz kitaplar onun için ağırdı. Ayağındaki rahatsızlıktan yürümekte zorlanmasına rağmen her buluşmaya gelemese de arada katılıyordu. Bu arada sağlığına kavuşmak için sayısız ameliyat geçirdi Oytun. Biz Kinyas ve Kayrayı onun sayesinde okuduk. Kötülüğe uzaktan bakmak diye bir sözcüğümüz oldu. Kitabın kapağını beğenmediği için okumayan bir üyemizde vardı. Genç yazarların ve genç okurların tercihleriyle okunacak ne çok şeyin olduğunun ve paylaşmanın zevkine vardık. Grupların ve okuma zevkinin ülkemdeki ortalamasını izledim. Okuma gruplarına katılan, ayrılan yüzlerce okur tanıdım. Değişik meslek gruplarından ve yaşlardan. Okumanın ne olduğunu ve olmadığını da. Oytun bunlar içinden biri sadece. Okuluna devam etti. Bitirip geldi. Bir bankada çalışıyor, sağlığı iyi. Yalnızlıktan şikâyetçi sadece, gençler için bir okuma grubu kurmak istiyor.
Images

Eğitimde Edebiyat Semineri


  Günışığı Kitaplığının düzenlediği 8. Eğitimde Edebiyat Semineri Işık Okullarında yapıldı. Seminere 450’den fazla öğretmen, eğitim yöneticisi, kütüphaneci ve akademisyen katıldı.
  Günışığı Kitaplığı adına konukları selamlayan Mine Soysal, çocuklar ve gençlerin edebiyatla buluşmasına yönelik özgürleştirici yollarını anlattığı konuşmasının ardından, Yaşar Kemal’i anmak için, yol arkadaşı yazar Adnan Binyazar’ı sahneye davet etti. Binyazar konuşmasında, Yaşar Kemal’in, “İnsan, evrende gövdesi kadar değil gönlü kadar yer kaplar,” cümlesini alıntılayarak edebiyatımıza katkısından söz etti. Kemal’in eserlerinden İnce Memedin bin yıl yaşayacağına değindi.

  Şair, çevirmen, edebiyat profesörü Cevat Çapan, şiirin ve edebiyatın eğitimle ilişkisine dikkat çekerek deneyimlerini paylaştı. Şiirin devrimci ruhunun, dünyayı değiştirebilecek bir güce sahip olduğunu hatırlatan Çapan konuşmasını, “Şiir olmazsa kıyamet kopmaz, ama insanlar sevişemez, bir şey beğenmez; dünya tatsız tuzsuz bir yer olur,” diyerek konuşmasını bitirdi.

  Edebiyatımızın önemli temsilcilerinden Selim İleri, “Edebiyatı Sevdiren Öğretmenlerim” diye başladığı konuşmasında, öğrencilik yıllarında edebiyatı sevmesine neden olan öğretmenlerini andı. Resme olan yeteneksizliğinden bahsederek, resim dersinde öğretmeninin, “Resmi çizemiyorsan, sen de yazarak anlat,” sözlerinden cesaret alarak öyküler yazdığını ve resimden 10 aldığını aktardı. Matematik dersinde, yazmaya başladığı romanına daldığı için” ne yapıyorsun orada” diye soran öğretmenine “roman yazıyorum” cevabıyla, kızmak yerine onu ciddiye alarak ilgilendiği için bugünleri borçlu olduğunu söylerken oldukça duygulandı.
Images

Kafamdaki Tuhaflık



Pamuğun son romanı hakkında çok şey söylenildi. Söyleşiye katılıp kendi açıklamalarını da dinledim.
Yazar bir dönem romanını çok farklı teknikler kullanarak yazmış. Kendisi için roman sanatının içerikten çok biçimin önemli olduğuna dikkat çekiyor. Kullandığı tekniklerin kaçıncı sayfada yapılırsa, okuyucuyu romanın içine çekeceği, kaçıncı da diğer tekniğe geçmenin okuru sayfaların arasında kalmaya ikna edeceği ve aralarda ki anlatıların roman sanatı açısından faydası. Roman sanatının dilimize olan faydası hakkında görüşleri ilginçti. Dilimize yerleşen çok daha değişik cümleler kurabiliyoruz. Bu kullandığımız cümle ile anlamı oluşturacak kişi arasındaki fark işte önemli olan bu.

Zira okumak, bir anlamda kendi ruhunu okumaktır. Romanı bir cümleye indirgemek gerekirse bir dönemin ince hatlarla çizilmiş müzesi diyebilirim. İçinde bulunduğum bir dönemde farklı tepelerdeki gerçekleri sadece bir haber olarak dinleyip ne kadar masum bir yaşam sürdüğümü düşündüm. Şehrin değişimiyle insanların değişimini yakalayamadığımı bilincindeydim. Ama yine de onlarla farklı kayaçlarda yol alırken değiştiğimin bilincinde olmam gerekiyor. Tüm bunlara rağmen bu farkın dalık la yaşamak, içimi acıtsa da ben karınca misaliyim. Orda bir köy var uzakta şarkısı çalıyor kulağımda.
Images

Orhan Pamuk Söyleşisi

Şehir Edebiyat ’tan Erkan Irmağın Orhan Pamukla söyleşisinin konusu Edebiyat, Roman, Tuhaflık ve Hayattı. Söyleşi Pamuğun Akademik ilmi kimliğini ve Erkan Irmak’la olan çalışmalarını anlatması ile başladı.  
**
E.I- Kafamızda Bir Tuhaflığın içeriğinden çok teknik özellikleriyle başlayalım istiyorum. Karakterleriniz ve anlatıcı nerede durup nasıl bir bakış açısıyla, neyi anlatıyorlar?

O.P- Benim Adım Kırmızıda da aynı yapı var. Herkes kendi hikâyesini kendi anlatıyor. Hikâyeyi pek çok karakter birinci tekil şahıstan, kendi bakış açısından anlatıyor. Bu benim bulduğum bir şey değil. Önemsediğim bir konu derslerimde de bahsediyorum. Bir romanı kabaca ikiye ayırabiliriz. Bir anlatılan hikâye, iki o hikâye kimin görüş açısından anlatılıyor. Amerikalı yazar Henry James le anılır bu teknik. Kısaca anlatmak gerekirse, kalabalık bir yerdeki bir olayı anlatırken dışarıdan bir bakış açısıyla(tanrı bakış açısı) anlatabilirsiniz. Ya da bu olayı bu kalabalıktaki bir kişinin bakış açısı ile anlatırsınız. Buna örnek olarak Anne Kareninayı örnek veriyorum ben.Kolombiyadaki derslerimde. Kitabın sonunda Anne Karenina intiharına doğru giderken, gördüğü şehri normal bir şehir tasviri olarak görmeyiz. Şehri ölüme doğru giden bir kadının hüznüyle onun gözünden görürüz. Bu romana inandırıcılık verir. Ben bunu diğer romanlarımda yaptım. Bu kitapta daha çok yaptım.