Images

ŞAH VE MAT

 Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben


Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben Perde ardında sen ben dedikodusu var amma... Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun Dünya esen yel üstüne kuruldu.. Varlığımız iki yokluk arasındadır Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin Medresede söz vardır tekkede de hal Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir Bugün zevk
etmek elindeyken zevkine bak Yarını düşünmen beyhude bir heves Bir çok kişiden arda kalanlar Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin...

Ömer Hayyam

İran mı ?
 Şu komşu savaşının sonunda, atom bombası diyarında coğrafyanın beşer yatağında bir yer var ya.  Sahi, Humeyni'yi bu coğrafya ya göndermeleriyle başlamamışıydı her şey?  Neden onca yıl sonra gönderdiler acaba?
 Şah rıza Pehlevi sürgüne mi gitmişti? 
Şah ve mat ne garip bir oyundu bu.  Fildişinden di bütün taşlar, Piyonlar, atlar, fil sahi vezir de var, neydi o ahşap bir tahta üzerin de dizilip kareler halinde belli kuralları da var. 
Bilmiyorum düşünmeliyim, düşünmeliyim bak vezirimde yok nasıl ilerlerim sahi?  Kalakaldım yerimde ilerleyemiyorum bir türlü. Düşünmekte yetmiyor artık iyice karıştı bu oyun. Bak nasıl değişiyor dünya o hiç durmuyor yerinde zaman geçtikçe yok olmak bahasına da olsa. Güneş doğudan doğuyor, batıdan batıyor hala. 
Kaybettik sahi neler kaybettik.  Nesil dedi, nesil öyle bir değil iki değil dört nesil kaybettik biz. Coğrafya aynı coğrafya da dünya farklı artık. Döne döne kayboldu o yuvarlaklık. Düz her yer bak sınır yok, ulus yok, millet yok. Düz bak dümdüz dokun bir buradasın, bir dokun diğer kıtada. 
İşte bütün mesele bu!
Şah çekmişti çekmesine de ya diğeri, Humeyni'de çekti. Komşu ülkenin kralı da az çekmedi. Sahi ekranlardan izlemedik mi?  Bağdat'ın üstüne inen ışıklar değil füzeler değil miydi?
 Siyah kareleri sevmiyorum ben beyazlardan ilerleyeceğim sahi, mat çekiyorum, kaleyi verdim, piyonlar orda olsa da vezir elden gitti. 
 Kefeni giydim de geldim ben.  Pensilvanya falan tanımam ben.  Gelemezsin sen öyle, gelemezsin. Dedim ya kaderin üstünde bir kader var  yok öyle şah ve Mat olmaz. Kuralları bozarım, yeniden yazarım.  Beşeri bu ya, oyun bu da sonun da. Sahi düşün, düşün olmuyor ilerlemiyor zaman takıldı kaldı yelkovan. Sahi Şah da Matta tarih oluyordu piyon mu o da ne kimse bilmiyordu. Bilmek istemiyordu....

Nurten Yurt


(Pandemide yazı çalışmalarından)
Images

Kitap Sandığı

 

Elim ayağım

başımdan geçenle aklımdan geçenin karıştığı bu masal
aşk her şeyi daha yavaş yapmaktır diye yürüdüğüm bir sokak
kalbinde tef ve delik 
kalbinde dünya lekesi taşıyan bir çocuk resmi demişti
madem günde beş vakit kalkıp sana baktım
madem dünyanın bu kadar sabahını ben uyandım
Ben uyudum bu kadar uykusunu
diledim dünyaya fena inanmış bir yüzüm olsun
kendimi seninle öldüreceğim dediğim feci bir kalbim
bir elim bir ayağım
ağzıma doldurduğum rüzgarla üfleyecek sözlerim
diyelim fena diyelim feci
elim ayağım
artık nereye ne götürdüğümü bilmediğim bu sapakta
sesini burada bırakıp giden şeylere baharat diyen o aktar dedi
tamam olmak küfür 
tamam olmak hâşâ
bir ömür ağrıma gitse de dünyadan oluşmuş harfler
yarım dalgın ve kusurlu geldim ben buraya
günde beş defa hiç bir şey yapmamaktansa 
kalıp sana baktım
kalıp sana bakmak oldu dünya
baharatları tek tek
zamanın bizi nasıl terlettiğini tane tane
dünyaya inanmış bir yüzü üzgün üzgün anlattım sana
dedim belki de bir yere üzgün üzgün bakmaktır dünya

Seyithan Kömürcü ( Sena Şiirinden)



  Çeyiz sandığının ceviz kapağını hırsla kaldırdı. Elini uzattı, kalakaldı. Danteller, ipek kumaşlar, göz nuru dökerek işlediği kanaviçeler yoktu sandıkta. Silme kitap doluydu. Gözlerine inanamadı, nasıl olmuştu? Çeyizleriyle dolu sandık kaybolmuştu. Hayal görüyor olmalıydı. Dayanamadı uzandı. Yavaşça aldı kitabı, sayfalarını açtı kokladı. Derin derin içine çekince rahatladı. En sevdiği kokulardan birini duymak rahatlatmıştı onu. Sayfaları okşadı, bir daha kokladı. Kapağı çevirip okşadı. 
Eski dostu, ilk kitaplarından biriydi o. Tom Amcanın Kulübesi. Nasılda yarenlik etmişti çocukluğuna, alıp götürmüş bir başkalık getirmişti. Çeyizlerinin içine yerleştirdiği naftalinden daha doğal daha güzel, naifti kitap kokusu.  Dudaklarından yüzüne yayılan gülümsemeyle bir diğerine uzandı. Okşarcasına aldı açtı sayfaları  Yeni Hayat ne de severek okumuştu o yaz. Hayatı değişmemişti değişme sinede; yazarın lütfettiği o cümleyle bir yolculuk serüvenine girişmiş. Otobüslerle bir yerden bir yerlere epey bir gezmişti. Onu da  koklayıp bıraktı yerine. 
Merakla bir diğerine uzandı kapağını okşadı sevgiyle. Saramogayla  Ölüme farklı bir yerden bakmış, Ölüm bir varmış bir yokmuş demişti sayfalar içinde. Sahi ne gülmüştü, eflatun zarflar almıştı kırtasiyeden sevdiklerine postalamayı düşünmüştü. Kitabın içindeydi bir tanesi işte. Kapatıp bir diğerinin üzerine bıraktı nazikçe. Diğerine uzandı merakla.
 Şarkı Söylemek İstiyorum diyordu Nazım ben artık şarkı dinlemek değil. Nasıl güzel bir hikayeyle uyarlamıştı yazar İnci Aral Şarkını Söylediğin Zaman adlı kitapta. Güzel bir grupla paylaşmıştı o kitabı Mihrimahta. Sayfalarını çevirirken bir kaç damla yaş doldu gözlerine. Ne sayfalar vardı hayatında yazarları, okurları birbirine bağlayan hikayeler anısına nazikçe bıraktı. 
Bir diğerine uzandı  Yaşam Başka Yerde Kunderanın kaleminde kahramanlarıyla yaşam mı yazı mı sorgulamasını yaşatıyordu okuruna. Sayfalarını okşarken kalakaldı öylece.......

Nurten Yurt
 (Pandemi de yazı Çalışmalarından)
Images

Rüyanın Ortasında Uyanmak

 

Filigran                   

Kimi kâğıtlar
Aydınlığa tutsanız
Çizgi, resim, bir şekil.
Ya da gizli mürekkeple yazılmış
Boş görünen sayfa
Okunur ısıya yaklaştırınca
Kimi şiirler 
Okunur arkasında
Kendi ateşiniz varsa.

Behçet Necatigil



 Kayalıkların ortasında ne alemi vardı uyanışın?  Güneşin kızgınlığında,yanıp kavrulur, mavi dalgalarda ferahlarken kumsalda kaybolan ayak izleriydi zamanın yaşamı. Sıcağın buharında gökyüzüne süzülmek, mavilerde çakan şimşekler karanlık ve damlalar halinde düşmek yeryüzüne sahi ne  vardı rüyanın ortasında uyanmak.
 Tam inanmışken her şeye, nefessiz kalmak.  Güneşin doğmasına az kalmıştı oysa. Bu karanlığın ortasına uyanmak, aydınlığı bulamamak, el yordamıyla sendelemek ilerlemek attığın her adımda ilerlediğini sanarak gerilemek.  Kopup gelen fırtınayla savrulmak, tutunamamak hiç bir dala karanlık boşluk bu mu dünya? 
 Ya o rüya güneşin tam ortasında nasıl yanmazsın ya? Bırak yanmayı, erimek yok olmak varken nasılda berrak nasılda maviydi hava. Nefes almak bu kadar rahat bu kadar hoş hayat..
Kayalıklardan yansıyan güneşin ısısından basılmıyor kayalara, sendeledikçe korkuyla atılan adımlarla ilerliyorum.  Ara sıra boşluklara giren papuçlar parçalanmakta, baldırlarım ağrıyor ilerlediğim kayalıklar bir diğerinde artarak karşımda. Sahi ne vardı rüyanın ortasında, tam da kayalıklarda uyanacak?....

Nurten Yurt


(Pandemide Yazı Çalışmalarından)






Images

SEVGİYİ YENİDEN İCAT EDİN....

 

Eskidendi, Çok Eskiden

Hani erken inerdi karanlık,

Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

MURATHAN MUNGAN

    

 Billur kadehteki tınıyla fısıldadı.  Sevmek bu mu şimdi?                                                                    Gözlerine dalmak, onların içinde boğulmak, zamanın durması, nefesini dinlemek, akıp gitmek. Sende ölmek bu mu sevmek? Varlığımın yokluğu, tende birleşmek sevmek bu mu gerçekten? Geçmiş zamanların lanetimi yoksa? Böyle anlattı tüm aşıklar yok etti kendini sevdiğinde, onun yolunda, uğrunda. Varlığı onunla birleşti diye mi sevmek? 

Gülünç muamma  bu onlar böyle yaşadılar, böyle duyumsadılar diye mi bizde onları taklit ediyoruz? Sevginin tarifini yeniden yazalım. Başka bir şey belki de sevmek, onu yeniden icat etmek gerek. Soyumuzu kurtaracak bir kaşif gerek. Yeni bir insanlık yeşerecek belki başka türlü sevecek.  Sevmek sevdiğini yemek, yedikten sonra öğütmek, tüketmek değil. İcat edin ne bileyim yeni bir şeyler üretin. Sevginin tarifini güncelleyin. Öyle yok olup gitmeyin, ey insanoğlu sahi neydi sevmek? 

Emek hayır değil işte emek değil, yemek değil. Sürgüne gönderin tüm sevgileri, gelmesinler geri. Tarifini güncelleyin şu sevginin olmadı bu yüzyılda yeniden keşfedin. İnsanoğlunun en zalim duygusu sevmek, yeniden doğsun, sevgi adına yapılan tüm zulümler son bulsun. Sahi neydi sevmek? Bir pırlanta yüzük, evlilik, paylaşım, sonrası dışlaşım. Kaybolan yılların telaşında geçen başkalaşım zamanın ve sevginin katli. Ey insanoğlu yeniden keşfedin eksilmişe bir şeyler ekleyin güncelleyin sevmeyi varoluşu değiştirin, silin o duyguyu iliklerinizden. 

 Yeniden keşfedin farklılığı, yabanıllığı, vahşi arzuların dinginliği, saf masum varoluşu doğanın sonsuzluğunu. Soğuk donmuş bozkırları, taşı, toprağı, çorağı, kıtaları. Denizi, dalgayı, mercanı, tarağı, bırakın siz ataları yeniden keşfedin vatanı. Almayı değil vermeyi, karşılıksız ,hesapsız, sorgusuz, sualsiz ekleyin eksiltmeyin. Ne bileyim işte bir şeyler yapın, adını değiştirin demeyin sevgi sevinmesin gizli gizli. Yeniden deneyin keşfedin. 


Nurten Yurt