Images

BOŞLUĞUN DALGALARI


 Yosun kokulu köpüklerle geliyor çoğu zaman. Zamansız, belli belirsiz bir ürperti kaplıyor nerede olursam olayım ordayım. Yasaklar rıhtımının bittiği yer diyorum ona. Kıfayetsizleşiveriyor an. Tersine
dönüyor dünya biliyorum. Deniz durduğu yerde durgun, dönen kara kıta. 

 Hissedemezmiş insan bilimin açıklaması. Bilimin de bittiği bir yer var. Kara delik işte tamda orası



oradan geriye dönmek epey zaman alıyor. Dönen bende ben değilim zaten bir başkası. Silip baştan yazmak en güzeli, kelimelerin kıfayetsizliği. Anlamsızlığa bir anlam yüklemek olmaz ki. Boşluğun dalgaları acımasızca kaplıyor. Zamansızlığın yosun kokusu, kara kıtanın acı safrasında boğulmak. 

 Görmemek için kapadım gözlerimi âmayım artık. Fırçası kirpiklerim pentimonto misali kırpışmaktan yorgun. Çekiç gibi iniyor sesler, örselenmiş bir örsle, tıkanmış üzengi . Sıraya girmiyor sözcükler sessizlikte kaybolmak en güzeli. Gülün kokusundan gayrısına tıkadım, dikine giderken, dikenine takıldım. Dokunamıyorum, dokunulmazlığın sırrına vakıfken. 

 Hislerimin yok olduğunda varıyorum ona boşluğa. Uğultulu sessizliğin desibelinde kaybolduğumda. Ne âmalığım kalıyor, ne sağırlığım, dokunulmazlığıma ses çıkarmıyor çığlığım. İşte  tam orada yok olup, yeniden var oluyorum..


Nurten Yurt

Images

EYLÜL

 Ben Eylül yılın dokuzuncu ayı. Mevsim sonbaharın başlangıcı. Yaza veda edemeyenler, yüklemiş


üstüme hazanı. Yaşanmayan bahar tanımı, yaşayamayan şair dizelerinden. Havalara takılıp kalan duygu hezimeti uğradığım. Adımı çıkarmışlar işte. Melankoliye sarılan benimle uyanmak istiyor. Ayakları üşüyen, kuru yaprakları savurarak ısınmaya çalışıyor. Yorgan, çorap hurçlarda hala. Ağustos bitti anlasa ya. 

Ben Eylül, okulların başlangıcı. Bilinmeyene aç, meraklı bilinçler. Sıra sıra dizilen öğrenciler, göndere çekilen bayrak. Beslenmedeki yumurta kokusu, kara tahtadaki tebeşir tozu. Zil sesi, çocuk sesi, neşesi. Şair o senin dizendeki, çınarın vazgeçtiği kuru yaprak. Yalnızlık senin kuruntun, çoğaldığım an benim. Arkadaşlıkların başlangıcı, aşkların zamanı. Kitap kokusu, defter satırları dolusu yazı, anı. Seferlerin başlangıcı, leyleklerin göçü. Koyu dolu bulutların boşalışı. Şemsiyenin üstünde dinlediğin, romantik senfoni.


Ben Eylül, zamanın başlangıca seslenişinden oluşmuş bir kelime. Ne olur fazlasını yüklemeyin üstüme. Tarih öylesine yüklenmiş ki, doğanın renkleri yetişmiş. En fazla renge boyamış beni. Kızıllığım en sevdiğim, yanıp kül olduğumda, savruluşumda yalan. Fazlalıklarım, takvimdeki yapraklarım var, kahırlarım silkinip atmaktayım. Beşinci bir mevsim istiyorlar, umuyorlar onlar için var olmaktayım. 

 

Ben Eylül, bir düş, düşten öte bir gülüş. Yaşanılmayanı, yazılmayanı yaşamak için var olmaktayım. 


Nurten Yurt 

Images

BENİM ADIM ...

 Sözcüklerinin büyüsüne kapılarak rahiyamı bıraktım tüm sayfalara. Kaybolan rüyamın peşinde, her


uyandığım sabah aynı soruyu sordum kendime. Kimim Allah aşkına ben? Şehrin gizli dehlizlerinde, kara zindanlarında ürpererek dolaştım. Alaaddinin dumanında kaybolmamak için yeşil kalemin peşine düştüm. Boğazın esrarengiz sularında çürüyen zırhın içinden sürekli beni izleyen gözden kurtulamadım bir türlü. Şehrin işaretlerini izlemek zordu, renklerimi çaldın benden. 

Bütün o zaman boyunca ben sende yaşadım. Zira zatıma mirat edindim zatını. Yetemedim bir türlü hepimiz O'nu bekliyorduk gelmedi. Hikayelerin içinde kaybolup gitti kahraman. Doğu,Batı bir yerde olup ikisi câlis âyineye girdi aks-ü âkis. Karlı gecenin aşk hikayelerinin en sadık dinleyicisiydim ben. Sırlarını kimseye ifşa etmedim. 

Gazete kupürlerini, ansiklopedilerini tek tuşa değişmedim. Hala en sadık okurunum, sayfaların arasında sere serpe yatarken ben. Katili arıyorken bütün şehir, gecekondunun damında yakalanları da cansız mankenlerin 0 beden olduklarını da söylemedim. Balmumuna sokulmuş kesik baş kimin bilirim tek söz etmedim. Gizli yüz gösterince kendini çözülecek, binlerce sır bilinecek. 

Hüznü en iyi ben bilirim oysa. Boş bir evde ne var üzülecek. Bülbül aşıkken bana sen aşktan dem vurursun. İşsiz güçsüz adamlara hikaye anlatmak seninkisi. Harflerin esrarı ve esrarın kaybı düpedüz delilik bu. Rengimi çaldın ya benden, yetmedi. Şehrin bütün itlerine işettin incecik gövdemi. 

Yediveren olmaktı muradım olmadı. Bülbülün dikenime dayayarak kalbini verdiği rengini isterim senden. Beyazıma kıydın önce, yetmedi kanıma dokundun. Oysa en sadık okurundum. Sırları ifşa etmek de ne demek? Bir türlü yetinmedin, harflerin büyüsünü bozdun. Kaf dağının gazabına uğrayacaksın çok yakında. Masumiyetim kalmadı sayende mahremiyete müze kurmak senin neyine?

Ağlama, ah lütfen ağlama. Mütevazi olmayı öğrendim deme bunca yıl sonra, kimse inanmaz sana. Karda yürüyüp aynı ayak izleriyle dönemezsin geriye unutma. Kafa seslerinle konuşmakta senin eserin. Şahsi görüş, resmi görüş neye niyet neye kısmet. Tüm sözcükler yapıştı parmaklarına unutma, bir türlü silemiyorsun. Silgi bile darılmış. Fırçalar kurumuş terebentin çözemiyor, tualler dağılmış, renkler bildiğimiz siyaha çıkıyor. 

Adada tutsak kaldın ilacı olmayan bir hastalık bu. Anka kuşunun kanat çırpışlarından başka ses duyamayacaksın yakında. Ne vardı tüm kutsallara dokunacak? Dört bir yanın deniz, tüm gemiler demir almış. Bir sandalın bile kalmamış. Vakti gelince gitmenin adını bile bilemedin. Gölgeler ülkesi seni bekliyorken gidecektin.  Sahi neden yaptın ? Sırf zevkin için beni koparıp sayfanın arasına koymayacaktın. 


Nurten Yurt  

Images

İHALE

 Tam da bu sırada olacak işmi? Nasıl bu kadar unutkan olabilirsin anlamıyorum.  Kahrolası kredinin


çıkmaması ne demek Allah aşkına? Bütün bunlar olup biterken sen neredeydin? Tamam kapat telefonu istifanı verirsin muhasebeye uğrarsın.

İnanamıyorum azizim bu kadar güvenmişim ben sana. Yok beni aramış ulaşamamış da, müdür beyin haberi varmış. Yahu dünya kadar para veriyoruz bunlara, biraz dinlenelim dedik, başımıza gelene bak. Ben şimdi bu müdürümü paralayım, finans sorumlusunu mu ne işe yaramaz adamlarla çalışıyoruz. Düşünsene bir kere bu ihaleye iki ay gece gündüz çalıştık, hazırlandık. Güme gitti, ne diye cem ben şimdi kayınpedere?  İşi kaçırdık diyemem bir kılıf bulmam lazım. Tam da Nil'i ikna etmişken ayrılmaya. 

 Neler diyorsun, ayrılıyor musunuz?

 Evet, sonunda ikna oldu. Şirketin ve işlerin selameti içinde ayrılığı isteyen oymuş gibi anlatacak Hikmet Efendiye. Ama bu ihale işi çok kötü oldu. Bir şeyler bulmalıyım. Şirketteki yerim vazgeçilmez biliyorsun. On dört yıldır Nil'in her türlü kaprisine katlanmam, sakat bir çocuğa babalık etmeye çalışmam. Artık dayanamıyorum. Sanki her şeyin sorumlusu benmişim gibi davranan Hikmet belası. Tam hepsinden kurtulacağım derken. 

Efkan neler yapıyorsun bilmiyorum dikkatli ol. Hikmet bey işlerden bu kadar elini çekti mi gerçekten? Hem o paravan şirketle son yıllarda yaptıkların, işlere göz yumar belki. Aile denince akan sular durur onun için. Vedat senin de oğlun bunu unutma.

Sus lütfen biliyorum. Ama katlanamıyorum artık ne yapayım? Hem bu benim suçum değil ki, eksik gen ondan geçmiş olmalı. Selma'dan doğan çocuğumu sende tanıyorsun, sapasağlam maşallah. Onlarla yaşamak istiyorum artık. Dokuz yıldır, onun o salya sümük haline de katlanamıyorum, bir kere baba bile demedi. 

Sana inanamıyorum. Nil'e aşıktın sen, bu kadar kopmanız. Selma'yı bilmiyor değil mi?  Üç yıldır biter diye düşünmüştüm. Çocuk olunca kapıldın ona kabul et.

Bilmiyorum valla, ama şu bir hafta kaçamak onlardan vazgeçemeyeğimi gösterdi bana. Hem her şeyi ayarladım. Olmadı İsviçre'deki hesaplardan bloke edip bu ihaleyi halletmeliyim. Bu benim kurtuluşum olacak.  Sahi sen ne yaptın Allah aşkına hala Enginle evliyim deme bana. 

Ön dördüncü yıldönümümüz hafta sonu çok uğraşmamıza rağmen çocuk sahibi olamadık ama, evlat edeniceğiz yakında. 

 Aptal aşık ha, hep böylesin sen. İnsanın kendi çocuğu gibi olur mu? Sibel yıllardık yangın sana, bi yoklasan çoktan baba olmuştun ama nerdee. 

Saçmalıyorsun iyice utanma diye bir şey var. Sibel arkadaşımız bizim olurmu hiç diyeceğim ama sen öyle çok şeyi unutmuşsun ki üzülüyorum. 

Tamam tamam başlama yine ben artık o ben değilim, kırk yılın başı oturduk içimi açtım söz verdin. Bu ihale benim için her şeyden önemli. Banka müdürüyle görüşmemi sağla yeter, hallederim ben. Bak sen işte yine arıyor.

Tamam Selma , kapat söz akşam geleceğim. Umut'a ben bakarım sen uyursun.


Nurten Yurt



Images

PLAJ YOLU

  Ağustosun yakıcı sıcağı yerini Eylülün rüzgarlarına bıraktı artık. Sahil iyice tenha bu sonbahar.  Bir


tuhaf kış gibi bir yalnızlığı var. Serviler yazın pek bir ayrı kalmış olacak ki pek memnunlar rüzgardan. İki yana savrularak kucaklaşmaktalar. Sokağın martılarıyla kargaları bir türlü barışamadılar. Pandemiden kalma açlıklarının bu kavgada bir payı olsa gerek. Zira çöplerden çıkardıkları ganimeti paylaşırken pek bir savaşmışlardı. 

 Yağmur çiseliyor, yağı cam deyip nazlanıyor . Güneş hepten yasaklı gri bulutlarla kaplı gökyüzü pek bir gamlı. Caddenin maskelileri, maskesizleri telaşla koşuşuyor. Kaldırımlardaki çınar yaprakları bir o yana bir bu yana savrulurken, meydanın sahipsiz sahiplerinin havlamaları duyuluyor. Ne çok teneke kutu var, trafik ışıklarında kornalarıyla susmayan. Akıp gitmeyen, tıkanan trafikte bağrışan bağrışana. 

 Kaldırımın bir köşesinde gencin çaldığı keman sesi yıkıyor ruhumu. Bütün sesler susuyor, uçuşan çınar yapraklarından biri sol omzumda dinleniyor. Parmaklarımla okşayıp cebime atıyorum. Eylül gitme biraz daha kal ne acelen var. Plaj yolu pek bir tenha, insan seli sokaklar yok artık. Tek tük seyyar satıcılar, ah neler gördü bu sokaklar. Kolonya yokluğunda kovaya doldurulmuş küçük kolonyalar, ne çabuk akıyor zaman. Sahil kimsesizliğe bürünmüş, vefalı dostları martılar. Kediler kaçmış, köpekler pek zayıflamışlar.

Dalgalar bıkıp usanmadan kıyıyı yalıyor, müsilaj bile korkup kaçmış bu havadan. Uzaklarda bir kaç tekne var. Adalar uzaklaşmışlar sanki. Uçuşan ne varsa, ya denize atıyor kendini yada sahilde bir köşeye takılıp kalıyor.  Ben yine dalgalara bırakıyorum ne varsa alıp götürsün egeye. Gökyüzünde bir kaç bulutla selamlaşıyorum. Arada nazlı bir gelin gibi çıkan güneşe sitemim, gitme biraz daha kal. Bir tekir yavrusu geliyor pek çelimsiz rüzgarda savruluyor. Bir okşamayla mest, köşedeki bira şişesini bırakıp nevalesini paylaşıyor yavruyla. Kimsesizin halinden anlayan bir kimsesiz her daim mevcut. 

 Denizin sesini dinliyorum, dalgaların melodisi pek bir hüzünlü bu sonbahar. Kış gibi bir yalnızlığı var, gitme diyorum Eylüle. Biraz daha kal, sana ihtiyacım var.


Nurten Yurt

Images

BURUN

  İstemem eksik olsun diye başlar Cyrano De Bergerac'ın o ünlü tiradı. Ruhumda bir yerlere sinmiş


sözcükleri. Burun diye söze başlayınca çıkıp geliverdi. Meğer ne çok şey biriktirmişim dönüp baktığımda, yansıyanlar benden aynaya.  O deli özgürlük, bırakıp gitmeler, yarım kalmış onlarca projeler. İstemem eksik olsun diye, ne çok eksilmişim. 

 Burnu büyüklük değil bendeki tamamen burunsuzluk.  Evet bayım bilemedim işte kokladığım Eylül kokusu aklımı başımdan almış. On dördün verdiği deli kan,  aymazlığım bundan. Şiire, sayfalara dalmışım, karşımda boğazın incisi, gecenin parlement mavisinde yıldızlar deli gibi ıslandığım yağmurlar.

Söylesene burnum olmasa iki gözün, kaşın gamzenin ne hükmü var?  Koklayamazsan toprağın kokusunu, nebatın çiçeğin rahiyasını, hayatın ne anlamı var? Şöyle bir sümküremiyorsan içini dolduğunda gözlerin, sızlamıyorsa burun direğin, hükmün mü var?

Şöyle bir kaldırdığımda burnumu, iki yana salladığımda anlamıyorsan, sen ben değilsin bayım. Bendeki bu burunsuzluk sendeki umarsızlık. Oysa öyle değildi, ilk burnum değmişti burnuna, ruhunun kokusunda erimişti. Sahi sonrakiler istemem eksik olsun, edimsizlikti.  

Geçmişin kokusunu duymak istemediğimden olsa gerek.  Öyle çok sızlamış ki burun direğim dayanamamış düşüvermiş burnum. Mesele değil artık benim için biliyor musun, öyle derin koklamışım ki alemi cihanı, ademi tarikatı. Gerek kalmadı ona. İstemem eksik olsun, burunsuzda yeterim ben bu dünyaya.


Nurten Yurt

Images

UNUTMA K MİNNET

  Unutmanın minnet olduğu zamanlardayız.  Zira hatırladıkça can yakıcı yaşananlar.  İnsan olabilmenin zor vicdanın kan ağladığı anlar bu anlar. 


 Yaşadığımız mekanın evle sınırlandığı , görüntü ve sanal haberlerin pompalandığı bir zihinle muhakemeyle geçen bir buçuk yılı geride bıraktık.  Sokaklar bizim sokaklarımız değil artık. 

 Altı ay sonra bindiğim metro ellili yılların Amerika çakması gibi.  Yabancı yüzler, yabancı vatandaşlar, tanıdık olan o maske ve mesafe hıfzıssıhha kuralları hatırlatan her durakta tekrarlanan monoton ses.

 Yasaklı bir günde çıkıp dolaştığımda  polisin kuşatma altına aldığı sahile pek bir inesim hissi oluştu. Deniz bir özgürlük zira benim için. Onu da müsilaj zapt etti ya. O da kurtulacak inşallah. 

 Ya kurtulamayanları, kaybolanları görünce anladım unutmanın minnet olduğunu. Değişmeyen tek şey değişim de değişimin dönüşümün böylesi savurdu durdu beni bu bayram. 

 Milli irade meydanında indim metrodan. Bu durak farklı bilin metroya giriş ve çıkışları diğer duraklarından. Malum güvenlik mi nedeni fakat olası bir tehlikede çıkışları zor bir labirent. 

 Meydanda Büyük Şehrin reklam panosu duruyordu kara mizah gibi. Aynı anda dünyada en çok metro yapılan şehri olmuşuz. Övündüklerine bakın, birde yeni kulemiz arzı endam ederken, eskisinin yerinde yeller esiyordu. Büyük Çamlıca'dan yıkıp Küçük Çamlıca'ya yeni kule inşa edildi.  

 Ne olurdu eskisi kalsaydı. Çocukluğumda döner lokanta olacaktı televizyon kulesi, bir türlü olamadan yok oldu hafızalardan. Eskisi gezilemezdi, yenisi ücretini ödeyip  gezilebiliyor.  Gözümün önündeki görüntü başka bambaşka bir panorama. Yemyeşil çamlarından adını alan Çamlıca yıllarca çelik direkler, kulelerle kirlenip yok oldu. Diktiğim sayısız çamların ve yüzyıllık ağaçların da inşaat hafriyatları ve bakımsızlıktan yok olduğunu görmemek için gözlerimi yumuyorum.  Yok olan görüntüler sadece hafızalarda.  Namık Kemalin İntibahın daki Çamlıca tasviri firdevsi alâ yok artık. 

 Umudumu yitirmiyorum ama yeni dikilen ağaçlar büyüyecek, direkler yok artık tepe yine yeşerecek. Bu inşaatlar bir gün bitecek, değişen yeniye açıyorum kendimi her şey güzel olacak. Bir nesil geliyor, yeni görüntüler onların zihninde güzel olsun inşallah. Şimdi anlıyorum bir görüntüye bakarken mekanın sayısız görüntülerle ona yansıması denilen sözcüğü. Akıp kayan bir ekran oluveriyor, yeşilin farklı tonları Çamlıca'nın panoramasında şehir, boğaz, gökdelenli ışıklar. uzakta, caminin ışıklarıyla aydınlanıyor tepe. Dünyanın merkezi gibi yabancılar çoğunlukta yine. Teleferiği görecek miyim bilmem. Çelik tellerin taşıdığı kutucukların içindeki insanların şehri seyrederek çamların üstünden süzüldüğünü görebiliyorum. An da olabilmek bu belki de bazı zamanlarda an geçmiş ve gelecek aynı anda ne dersiniz?


 Yeni cami Büyük Çamlıca'nın görüntüsüyle ben karşı tarafta Küçük Çamlıca'nın  yeni gelini kuleyi seyrediyorum. Işıklar içinde dans eden bir dişi. Evet eski kule ne kadar eril erk ise yeni kulemiz dişil erk  enerjisi yayıyor. 

Unutmak sadece kötü anları ve görüntüleri unutmak olsun. İyi ve güzel olan ne varsa kalsın zihnim de onlara sarılmak ve onlarla inşa etmek yarınları.  Unutturmayacağız dediğimiz kötülükleri silelim artık, taşımayalım bu yükleri, yeni neslin sarılacağı güzelliklere sarılalım.


Nurten Yurt


( Yazı Çalışmalarından)

Images

BAYRAM GELDİ

 Gelmiş yine, ne zaman geldi bilmiyorum. Gece çok geç yattığımdan olsa zilin dingdongunu


duymamışım. Kapının yumruklanmasıyla fırladım don paça kapıyı açtım telaşla. Kapı da durmuş sırıtıyor, iyi bayramlar Serhan bey.

 Oldum olası sevmem ben bu bayramı. Tuhaf bir adam, çocukluğuma dayanıyor ona olan takıntım hatırladım.  Dedemin kurban için aldığı koçu bir günde sahiplenmiştim. Annem oynamama izin vermezdi, gizlice apartmanın arka bahçesine gider onunla beslerdim. O zaman sırrıma arkadaş olmuştu, benimle besler onu sever zannetmiştim.  Çocukluk işte, koçu kesişini gördüğümde nefret ettim. Bir daha da hiç güvenmedim, soğuk bir mesafe koydum aramıza. 

 Kırk yılda zaman zaman gelip kaldığım dede evime kesin dönüş yapalı bir hafta oldu. Artık dedem, ninem, annemde yok, hepsi gittiler.  Değişen bunca şeye rağmen bu ev hep aynı kalmış. Zamanın bir yerine sıkışmış sarkaç. Bayram. 

 Sırıtan yüzüne kapıyı kapatmak istiyorum. Yapamıyorum, teklifsizce dalıyor içeri.

 Hanım annen seni bana emanet etti. unutmuşsundur sen orada adetleri. Sabah namazına gideceğiz, Eyüp deden bekler. Apdest alıp giyin çıkalım.  Tuhaf bir teslimiyetle dediklerini yapıyorum. Namaz sorası aile kabristanında dua ederken çözülüyorum. O koçu nasıl kestin Bayram?

Dargınlığın ondan bilirim, İbrahim peygamberin sünnetidir, okumuşsun sende bilirsin. Çocuk kalbin pek yufkaydı. Annen bıraksaydı, dedenle birlikte senin de yanımızda olman bunu uygulaman lazımdı. Sen o yaşta farklı gördün, dinlemedin dedenin anlattıklarını.  Sanırsam yaban ellerde yaşamanda örf adetlere uzak kalman da etkili oldu. Annen son yıllarında yaptığı hatayı anlamıştı, anlamasına da geç kalmıştı.  Neler anlatıyordu bu adam?  Tuhaf bir kırgınlıkla baktım suratına. Şefkatli bakışlarımı vardı Bayramın?  Omzumu sıvazlayıp, yürüdü.  Hadi daha yapacak çok iş var, kahvaltı bizi bekler.  Bayram misafirleri var ağırlanacak. 

 Evin merdivenlerini çıkarken aldım pişi kokusunu. Merakla fırlayıp açtım kapıyı, büyük masanın her zamanki gibi hazırlanmış olduğunu görünce soru dolu bakışlarıma cevap verdi Bayram. 

 Bu gün bayram annenin ricası var dedim ya. Hanım hazırladı her şeyi, eski bayramlar gibi yaşatın dedi. Ben üstüme düşeni yapayım, sonrası senin bileceğin. Misafirler de olur bilirsin, Bu kadar tabak kim gelecek Bayram?  Gel otur şöyle, bilirim hiç kabullenmedin ama o senin kardeşin. O da umursamıyor gibi, ama araştırdım. Eşiyle pek iyi değilmiş arası.  Çocuk küçük, işleri iyice bir bozukmuş adamın eziyet ediyor kızcağıza. Abisisin sen sizin birbirinizden başka kimseniz yok unutma. Konuş abi olarak yapman gerekenleri yap. Annen yazmıştır sana da. Babalarınız ayrı olsa da karındaş olduğunu unutma.

 Kaç yıl oldu görmeyeli, hayal meyal bir çift ürkek yeşil göz geliyor aklıma. Sonra abi diye koşuşu onu itişim. Titreyerek yığılıyorum koltuğa. Nereye döndüm ben? Yalnızlık yetmedi mi, kaçışım nereye kadar? Aile kavramı hiç olmadı ki bende sahi karındaş nerden çıktı?  Zilin sesi korku salıyor içime.

 Bayram kapıyı açmaya giderken nefesim kesiliyor.  Şaşkınlıkla koltuğun minderlerini kucaklıyorum. Ne yapacağımı bilememenin verdiği acziyetle içimi çekiyorum. Küçük bir kıvırcık kafa koşturuyor, ışıldayan yeşil gözlerini dikiyor gözlerime.  Dayıı sen dayımmıssın öylemi? Kucaklıyorum tuhaf dedem kokuyor, şeker kokuyor, bayram kokuyor bu velet.  Evet diyorum, Yeğen, yeğenim iyi bayramlar....


Nurten Yurt

 

Images

DOĞAMDAYIM

  İnsanım özüm toprak, kokusu olmadan yapamam. Yağmurun ilk düştüğü an mis rayiha özüm. Su ve


çamur işte bu hakikat. Doğanın kokusuna alışkın bir ruhum var benim. Selviler bir rivayete göre yaşama sevincim.

Çamlar gibi yaz kış yeşil olmak. Oksijen salmak nefes, huzur dolmak. Sırtını bir ağaçtan başka kimseye yaslamamak. Tabanlarımda kumu hissetmek, tuzlu suda kulaç atmak. Midyelerden uzak, yengeçlerle arkadaş, Şeytan minareleri toplamak. Deniz ve güneş yaşama katılan sağlık, dinlence, eğlence.  Dalgalara karşı durabilmek, kulaç, kas, nefes.

 Mevsim ağaç, çiçek kokularıyla tanınır. Baharın müjdesidir, mimozalar, papatyalar. gelincik tarlaları. Yazı karşılar ıhlamur, iğde kokuları. Deniz meltemle yollar,iyotunu. Sonbahara karışan hüzün yaprakların hışırtısı, kışım müjdesi, portakal, limon kokuları, çatlamış nar ağaçları. Ahlat ağacı, Çam harikası. 

 Kar düşmeye görsün, erimemek için onlardan medet umar. Kimi yapraklarında kimi gövdesinde doğanın harikasını saklar. Doğa karla insanoğluna en muhteşem tablosunu yapar. Eriyip nehirlere derelere kaynak olur. Şelale olur, toprağa can olur.

Doğayla iç içe yan yana durmasını bilene onu koruyup sevene her daim şefkatle kucak açar. Doğallığımla, doğada tüm canlılara, doğal bir yaşam dileğiyle..


Nurten Yurt

Images

MASAL MEKTUP

 Bremen mızıkacıları, çocukluğumun vazgeçilmez masalı. Şimdi neredesiniz nasılsınız bilmem. Ben hala


yol aldığınıza farklı maceralarla tüm çocukların kahramanı olduğunuza eminim. 

Masalların büyüsünün farklı yerlerinden çürüdüğü bir zamandan size hala aynı güzellikle seslenebilmek adına mutluyum. Yolculukta yanlarında olmak istediğim sevgili eşşek, kedi, köpek ve horoz üst üste birlikte nasıl da kahramanca durabiliyorsunuz. 

Farklılıklarınıza rağmen, kendiniz olmayı, beraberliklerinizi özelliklerinizi kullanabilme özgürlüğünüze hayranım. Sabahları senin sesini duyarak uyanan biriyim hala. Bu beni çocukluğuma taşıyor ve melodilerin en güzeli Eşşek gözlü arkadaşım benim karakaçanım. Selesinden en güzel çilekleri yediğim, Yusuf amcanın ahretliği. Sahi köpek deyince ille de tilki en çok sen yaraşırsın bu kahramana. Ela gözlerin, analığın ve yanar döner tüylerinle aldığın adın. Vefalı ve bir o kadar canlılığın, koruyuculuğunla. Kedi evet kedi olarak seni seçtim Pamuk. Beyaz tüy yumağım, bir gözün mavi, bir gözün yeşildi. Mırıltıların ninnim. Bırakıp gitmedin beni bilirim. Bremen mızıkacıları ile uzun bir yolculuktasın hala. 

 Tek derdim sizleri çok özledim. Bu gün hala çocukluğum en güzel kahramanlarına yazayım anlatayım istedim. Sahi haydutlar iyice çoğaldı buralarda, sizler gibi bir olamadığımızdan mı, yada zamanın abukluğuna mıı yakalandık nedir bir tuhafım. Yazdıklarım anlattıklarım anlıyorlar mı, anlamam azlıktan mı geliyorlar bilmiyorum. Artık önemsemiyorum zaten, öyle süslü kelimeleri, deyimleri, giydirmeleri de bıraktım.  İmla yı da önemsemiyorum.  Kurgu, duygu hak getire yani. 

 Yeni bir alfabe keşfedeyim istiyorum. Sizlerden bu konuda yardım istiyorum. Hala o çiftlikte mi yaşıyorsunuz, mektup elinize geçer mi onu da bilmiyorum. Bildiklerimi yapmaktan usandım, bilmediklerimi deniyorum. 

Aiiii. Ai,Aiiiiiiiii, aaaaai

Havvvv, hu havvvv,hırrrr havvv

Miyavvv,mouvvvv mouv, mırrrr

ÜÜÜÜÜrüüü, ürüüüÜ , ürü rÜÜÜÜü

 Sizi çok seviyorum, alfabe lçin bana yardımcı olursanız sevinirim. En kısa zamanda sizleri bekliyorum. Sevgiler..


Nurten Yurt

Images

RESME MEKTUP

 Sevgili Pamuk,


Mektup yazmak malum zamanın çıkmazı. Hayale mektup yazan bir nesilden, anda gerçekleşene haberdar olan bizler olarak şaşkınız. Mektuplarımız vardı pullu cinsinden, pulları yalamayı sevmediğimden olsa yerlerine ulaşamamış. Elektronik mektuplar var şimdi, yazıp yolladığımız, taahhütlü olmadığından olsa şahsına ulaşamamış.  

Sayfaların çoğaldığı zamanlarda yazıp kendi adımıza yolladığımız mektuplardan, okuyup da kızdıkların olmuş. Ne yapayım ben böyleyim. Okuma zevkimi kaybettim ne yapabilirim, bunu en iyi sen bilirsin. Zira dersin ki; kendim okuyabileyim diye yazıyorum. O hayali dünyanı fırçanla çizmek iyi güzelde, alttaki resim öyle bir sırıtıyorken yenisi bir türlü netleşmiyor. Bir de resmin oluşmasını sağlarken kullanılan malzemeler çoğaldıkça, renkler birbirine karışıp soyut oluveriyor. 

 Malum zamanda, hayali adandaki bilindik malzemelerle bir girdaba düştüm. Bir o kadar tanıdık, bir bu kadar uzak kaldım. Mektuplar la başlayan anlatı, an da yaşadığım felakete efsane gözüyle bakmama neden oldu. Kayan sayfalarda herkesin bir efsanesi var yaşadığı çektiği. Senin bu ansiklopedi sevdan, bilgide boğulman ve zırt pırt okur diye çıkışan tanrı yazarlığından bunaldım. Ey yazar son kitaplarını beni şaşırt diye aldım.  Sözcükle çizebilmek olmamış. mektuplar uzak bir mekandan, mürekkebi vebadan olunca, bir de adada mahsur kalınca, sayfa sayfa dönüp, bir ansiklopedi, bir dipnot bunaltısında boğuldum. 

 Bu zamanlar hep aynı zamanlarmış, insan hep aynı in sanmışta  yaratıcı yazarın kurgusuna takılmış. sülale kavramının, hayali gerçek üzerine  oturtulmuş olması beklide. Gerçeğin kurgusu, çocuğun hayal dünyasının gerçek oluşu döngüsü. Belli zamanların, bir başkaları tarafından anlatısı içinde farklı anlatıcıların kuşaklar boyunca farklı isimlerle anlatısından oluşan sayfalar. 

 Yaşayan yazarların laneti bu belki de. Zamanın kurgusu içinde yapıtlarıyla, yazdıklarıyla sorgulanmak. 

Ben artık okur olarak, boş bir sayfada uyansın istiyorum kahraman. Öyle cahilliğiyle hiç bir şey anlatmadan tak diye düşsün satırlara. Yol aldıkça şekillensin, olayların içine girerken milletsiz olsun. İnsani kavramları sayfalar arasında yaşasın, başına gelen olaylarla yaşatsın okura. Geçmişin ağırlığını, kargaşasını getirmesin sayfaya. An da yaşasın, girdiği boş sayfada ilerlerken yapışsın cümleler, anlamlar ve son sayfada okurla birlikte kahraman olsun.

 Adaya düşerse, bu cuma günü olmasın mesela. Ada da dağ varsa büyülüde  olmasın. Adaya çıkarken yanına hiç bir şey alamasın.  Yerlileri de yamyam olmasın ne bileyim işte, beyaz kaleler, zindanlar, o atmosferler hiç bilinmedik sayfalar olsun. 

 Dikkatli olmak istemiyorum artık canım. Kara kara bulutları çizme şehrimin üstüne zira yeterince var. Maviyi denesene içinde ferahlık vat. Artık eski fotoğraflardan da bıktım, yeni bir coğrafya da yeni yaşamlara yolculuk. Sahi bak unutma ve lütfen bir dahakine olsun şaşırt beni. Boğazın renklerinden en güzeli maviyi hiç kullanmadın paletinde. Hadi bir dene umut olsun adı, canlı kanlı yaşadığını hissettir, kıssadan hisseyi değil duyguyu...

Saf Okur'dan sevgilerle...


Nurten Yurt 


Images

ATEŞ OLMAYAN YERDEN DUMAN ÇIKMAZ

 Selvilerin altında anlattı hikayesini Elif., nakaratı bilemedim işte ne bileyim.  Nil nehrinin kıyısında


doğurmuş annesi onu. Fransız sömürgesi mısır büyükelçisinin kızı ya. Babası bilmemiş onun doğduğunu. Babaannesi yazmış kaderini, nesli asil bir soydan olmalı demiş. Korkutmuş annesini, kendisi han kızıymış ya unuttuğu soyunun hikayesini kendi ateşiyle harmanlar anlatıp dururmuş. 

Kadın soylu olmalıymış, annem bilememiş kim olduğunu. Göçerlerdenmiş Kars soğuğunda yollarda donacakken, kaleye sığınıp ateş yakmışlar. Aklında kalan anlattıkları, donmak üzereyken ateş yakıp ısınmakmış tek istekleri. Sonrası toz duman. Kalakalmış öylece, bir kar kalmış aklında elif, elif yağan bana miras. 

Baba bir uzak kelime. Özlem duymak ulaşamamak o duyguya. Aklım erdiğinde anamın tüm uyarılarına rağmen araştırdım. Gidip anlatacaktım babama ben senin kızınım. Üstelik aynı ülkede yakın yerlerdeydik. Bilemedim, keşke öğrenmeseydim. Bir gazete haberinde suikast kurbanı bir fotoğraftı gördüğüm. Baba nedir bilmedim. Anamda bilmemiş ya olsun dedim. Annem iyice kötüledi, baskıları dışarı bırakmamaları. Okul desen zaten benim yaşımdaki biri için hapishane.   Kırmızı Mektep te yatılı okumak, kızlar ve tarih denen o muamma. Yangınlar, ateş duman. Sık sık üşütür ateşim çıkardı.  Gündüz okuduğumuz tarih gece kabus olur boğardı. Alevler içinde revire gitmek. Uykusuz geceler de sayıklamak.

  Gençtim ya bilemedim. Hastabakıcı Seyfi bakardı çoğu zaman. Sirkeli bez, yangınlarıma iyi gelirdi. Sonra şefkatliydi. Saçlarımı okşar ipek gibi derdi. Bayılacak gibi olduğumda kucaklar taşırdı beni. Kedi gibi sığınırdım onun güçlü kollarına. Bilemedim işte ne bileyim. Şefkati tatmayınca insan. Kinin bile tatlı gelir. Annemi kaybettiğimde , diplomamı almama bir sene vardı. Ev ve kalan maaş çok azdı. Kimse yoktu. Füsun en yakın arkadaşım, mahalleden annemin görüşmeyi yasakladığı onu dinledim. Bilemezdim. Ne bileyim. 

 Önceleri çok sevdim. Artık yalnız değildim. İstediklerim yapılıyor el üstünde tutuluyordum. Madamın gözdesiydim. Beyoğlu'nda bir numara bendim. Genceciktim, Sonra bir gün eve giderken ara sokakta, hastabakıcı Seyfiye rastladım. Kötü baktı bana yetmedi," Nurlar içinde yatsın anan seni yetiştirmek için neler çekti. Koruyamadı bir türlü. Boşuna dememişler armut dibine düşer." Sözleri kurşun gibi ağır geldi yüreğime.   Bilemedim sonrasının ne olacağını bıraktım kendimi kaderime. 

Yıllar sonra bu selvinin altında bir size döktüm içimi. Şimdi bana kalan rüyalar, birde duman. Soyum mu onu siz bilin. Işınlanmanın böylesi olamazdı.  Zihnimde çakan şimşekler ve hastamı ziyarete gelen genç delikanlı sahi kimin nesiydi? Bilemedim işte ne bileyim.


Nurten Yurt

(yazı çalışmaları)

Images

TANGO

Mutluydu, dans edecek gibi hissediyordu. Teknenin müzisyenleri tango çalmaya başlamışlardı.


Mehtabın şavkı dalgalarla oynaşıyordu. Sevdiği kadın kollarının arasındaydı. Öylece kaldı. Boğazı düğümlenmişti, Bu harika bir andı her zaman öyle olmuştu. Ayla'ya sezdir memeliydi.

 Derin bir nefes gözlerinin içinde kaybolman yeterli. Ela ışıklara odaklandın mı kendiliğinden gelir.  Nefesimi kulağında hissetmesi, burnumla şakağına azıcık kısa bir an dokunsam.  Yay gibi gerilir damarlarımda dolaşan kan gibi.  Sonra belimdeki elimi hisseder güvenle bırakır kendini. Bu dans değil, bir sanat demişti. Giysilerle ayakta sevişmek bu demişti bir diğeri.  Yaşamak bu şimdi hissettim demişti. 

 Güven onun için güvendi. Tango müziği dinlenişti ninni yerine, annesi bebekken tango yapardı onunla. Bu aşinalık belki de  huzuru, rahatı ve yaşamı hissettirirdi. Partnerin önemi çok büyük. Müziğin ritmiyle aynı olmalı tüm hareketler. Ayaklar, eller, nefes tüm vücudunu hissetmek değil aynı anda partnerinin vereceği tepkiyi de bilerek adım atmalısın. Sıçradığın da güvenle tutulacağını bilmeli. Bir sonraki figürün yada adımın senden önce değil seninle ve sana doğru olacağını.  Tango bir anlamda iki ayrı vücudun birlikte bir gösterisi biz olup estetikle birleşebilme dansıdır.  

 En harika dansı kiminle etmişti hatırlayamadı.  Öyle çok öyle bilinmezdi.  Kan basıncı gibi bir şey bu bir yükselip bir alçalmanın verdiği hızı dengelemek için gerekliydi belki de güven. Sonra ayaklar yere sağlam basmalı, bir o kadar hafif olmalı adımlar. Sahi ayak ucuyla dokunduğunda anlayan ve hareketi tamamlayan kaç kadın var. Yay gibi eğilmişken kiriş gibi olmalı mı sinirler.  Partnerin nefesi kan akışını düzenler ve hayat gibi akar gider adımlar. 

 Müzik o da çok önemli örs te duyduğun ayak parmağına dek titretmeli seni. Ellerin kavradığı parmaklar okşar gibi olmalı. Şah damarından duymadığın ritmi veremezsin hayata. Dudakların busesi anlık değip geçmeli. Sonra partnerin bakışlarıyla bilmeli nefesini ve dans. 

 Körfezin karanlığı ne ara çöreklenmişti yüreğine. Sahi tekne deki o genç, Aylanın geçen seneki öğrencisi olabilir miydi. Bu kadar çok yememeliydi. İşte Ayla karşısındaydı, müziği duyuyordu. Gözlerini görüyordu, kanı çılgın gibiydi damarlarında. Adım. adımları niye öyle boşlukta. 


Nurten Yurt

Images

SADECE SEN

       Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:


Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu

 Böylece bitirdim düşünmeyi. Sadece senden kalan anılar var hafızamda. Sahi doktorda öyle söylememiş miydi. Zamanla unutacakmışım her şeyi. Sıfırlamamak için zihnimi yazıyorum. Bu dördüncü defter, dün yazdıklarımı okudum, sadece sen.
Tuhaf bir şey oldu okurken, tüm satırlar bir araya gelip sen olmuşlar. Cılız bir ışık parladı sayfada. Noktaları gözlerin, virgülleri kaşların diye koymuşum. Ya sözcükler, bir ara karışıp durdular. İçimde bir yerleri acıttılar. Birinde şöyle anlatmışım seni. Yüreğimin kırılgan köşe sindeki ince gamzem. 
Sarışın papatyam demişim bir diğer cümlede. Sahi taç yapmıştım sana o tarlada, uçuşan saçlarına takmıştım. Sarı saçlarını yazmak için, sarı bir kalem aldım. Rengini unutmadım, unutmamak için mi aldım, onu unuttum. Gözlerini anlatmışım, saydım on altı sayfa.
Kararsız kaldım, yetmez onları anlatmaya. Bir defter ayırdım, yazacağım. Sonra parmakların için yazayım istiyorum. Ne çok okşardın saçlarımı. Başparmağınla şakağıma dokunurdun. İşaret parmağınla burnumu okşardın. Serçeyle yaşlarımı silerdin. Ya avuçların ne çok öperdim. Sen gülerdin kavrardın yüzümü avuçlarınla. 
Yeryüzünde var olan seni anlatmak satırlara sığar mı? Sadece yazı ya, sayfalara ya unutursam seni? Açar okurum yazdıklarımı. Artık eskisi gibi uyuyamıyorum da. Dün oğlumuz geldi. Yemek yemeyi unutmuşum öyle söyledi. Sonra sahi ne dedi unuttum. Acaba yazmayı da unutur muyum. Yok canım sadece seni yazarım.
Sevgi unutturmaz dedi doktor. Öyleymiş işte, her şeyi unutuyormuş da sevdiğini hatırlıyormuşsun. Ne bileyim işte belki cümle kuramam. Tek sözcük de olsa seni yazarım ben. Seni yazarken geldi aklıma, o şakağında çıkan avare beyazları nasılda öperdim. Ne çok gülerdin sen, üç küçük kahkaha sıkışırdı gamzene. Sadece saçlarını yazayım diyorum. Hani tutam tutam ayırıp boyamıştım ya. Biliyor musun dökülen saçların vardı ya onları sakladım duruyor hala çekmecede. Kokluyorum her zaman ipek gibi hala. Kokunu içime çekiyorum. Sahi o yastık kılıfını sakladım. Kokun orda onu asla unutmam biliyorum. Uykuya dalarken kokluyorum. Sadece senin kokunla uyuyabiliyorum artık. 
Ölüme doğru dedi doktor. Gizlice dinledim ama unuttum söylediklerini. Oğlumuzla konuştu, sadece seni yazmak için yaşıyorum. Seni ne kadar çok anlatırsam, o kadar hatırlayacağım belki de. Dün herhalde ilk tanışmamızı yazdım. O yeşil elbisenin içinde ne de güzeldin. Papatyam sahi sen mi geldin? Kokunla doldu yine oda. Bak bu beyaz kalemi sahi bunu neyi yazmak için almıştım bilemedim.

Nurten Yurt

(Pandemi de yazı çalışmalarından)

Images

ÖLÇÜLEMEZ

 SENİN KORKULARINI BENİM İNCELİĞİMİ


Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün sarması ayrılık

Şükrü Erbaş


Ölçülmezler den olmak isterdim.  Sahi duyguları ölçmek mümkünsüz. Bir birim yok işte. Kilo, litre, metre nafile. Soyutun, somuta galibi bu dünya. İnsanlığın icadı yetersiz.

Annelik duygusu terliğin hızıyla çarpılmamalı.

Sevgilinin duygusu, kalbin gördüğü andaki, kan pompalama miktarı olabilir. Nefessiz kalma süreside eklenmeli,

Korku. en fecisi bu olmalı. Işık hızıyla yarışmalı. Adrenalinle çarpılmalı.

Kıskançlık. sahi onu ne yapmalı? Eksi bir değer verip nötrleşmeli.

Nefret. şiddetli bir ölçü unutulmalı.

Kızgınlık. ateş gibi dağlamalı. Yangınıyla kalmamalı.

Üzüntü, puslu bir durağanın kabulü olmamalı kovmalı.

Ölçüsüz olmaz bu duygular bir birim bulunmalı. Ölçebilmeli ki duygusuz kalanlara bir reçeteyle uygulanmalı. Ölçüsüz, izahsız, izansız kalınmamalı..


Nurten Yurt  

(Pandemide yazı çalışmaları)

Images

Araftaki Şehir

 Ey şehri İstanbul!  

Sana bir tepeden bakamıyorum artık, bu kadar büyümek
Büyüklenmek sendeki kusur.
Tarumar olmanın adı, belki de insafsızca sahiplenmek
Zamanın kifayetsiz yöneticilerinin elindeki pul
Rüzgarın kesik, beton ve çeliğe teslim, yeşilin tarumar,
Deniz yutamıyor zehrini kusmakla
Paylaşamadılar bir türlü, rantını, bahtını satmakla
Fethin Beşyüzaltmışsekizinci yılında, fethedilmemiş yüreklerin yangınında
Terkedilmiş, bilinmezliğin rıhtımında, sokaklarını sahiplenmemiş
 Benim diyememiş, yitip giden kuşağınla Araf'tasın
Silkin artık kendine gel, yenilen zira kimsenin elinde değil artık
Arşı alaya değdi zülüm,
Tozun dumana karışıp gerçeğin ne olduğunun bilinmediği gün 
Nazarımda ve zamanında dünya başkentidir aziz İstanbul.
Doğduğu şehrin dönüşümüne yüreği acıyan aciz bir kul. 

Nurten Yurt

Images

ESKİDEN

ESKİDENDİ, ÇOK ESKİDEN


Hani erken inerdi karanlık,

Hani yağmur yağardı inceden

Hani okuldan, işten dönerken,

Işıklar yanardı evlerde,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,

Mevsimler kimseyi dinlemezken..

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,

Hani oyunlar tükenmemişken,

Henüz kimse bize ihanet etmemiş,

Biz kimseyi aldatmamışken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,

Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,

Daha biz kimseye küsmemiş,

Daha kimse ölmemişken,

Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski

Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden

Geçen geçti,

Geçen geçti,

Geceyi söndür kalbim.


Murathan Mungan


 Eskiden periler uçuşurdu gözlerinde, kanat çırpınışlarını görürdüm. Çarpılırdım, ışığına kapılır, donakalırdım. Görmez oldum sonra, ışığın köreltmesi dedim. Donuklaştı gözbebeklerin. Akan gözyaşlarımı yok etti perileri. Perilerin kanatlarımı ağlattı seni bilemedim. 

Eskiden ışıklar karanlığı aydınlatır, gönlümü açardı. Baktıkça bakasım gelir, ileriye doğru açılırdı dehlizler. Korkusuzca yürürdüm. İlk ne zaman acıttı bilemedim. Görmek istemediklerimi, gördüğümde ışığın karanlığında yürüdüm. El yordamı, bilmediğim karanlık aydınlıklarda. Sığındığım yalnızlıklara. 

Eskiden tılsım gibi gelirdin. Bakardım yüzüne, sıkıntım uçar giderdi. Derdim tasam biterdi. Konuşurdun, dinlerdim. Susardın seyrederdim. Yürürdün, adımlarımla izlerdim. Nefesim olurdun, dinlenirdim sessiz sesliliğinde. Güldüğünde, gülerdim dolu dolu gamzelerinde.

Eskiden yaprak yapraktı gidişlerin. Hani yaprak bıkmamıştı ağaçtan. Zamanı gelmişti, mevsim yada rüzgardı ayıran misali. Eylülün hüznü, sonbaharın kahve kızılı. Zamanın terk edişi, tükenişi. Sensizliğin tüketişi.

Eskiden gök mavisi bulutlarım, deniz mavisi dalgalarım vardı. Deniz köpüğü kabarışlarınla ferahlardı içim. Nefesimi açardın, huzurunda kaybolurken bulurdum kendimi. Islatmazdı yağmurların, acıtmazdı tuzlu dalgaların.  Bedenim rahatlar, huzur bulurdu ruhum. mavi acıtmaz, uçururdu yüreğimi. Mavi doğardı güneş, batarken sana eş. 

Eskiden gözler böyle büyümezdi. Süzgün, küçük çekik bakardı. Kocaman açılmazdı, gözbebekleri ürkmesin diye kirpikler aralanmazdı. Ateş değdiğinde açıldı ilk, bir de gözyaşının baskısına dayanamadığında. En son da nefessizliğe..

Eskiden ağaçlar kokardı buram buram. Kabuğu ayrı, çiçeği başka kokardı. Şimdikiler kokusuz. Geçenlerde birisi parfüm sıkmış manolyanın üstüne. Yuh artık dedim, bu da ne?  Ne yapsın zavallı koca avm nin içinde nasıl yaşasın. Onca kişinin kokusuna nasıl dayansın. Dayanamamış ağlamış, parfümcü kıza yalvarmış.  En pahalısından, güzel kokulusundan bir tane getir sık diye. Bunca cama, vitrine takılıp  görmezden gelenler, kokudan etkilenip görürler beni de.

Eskiden incik boncuk alırdım avuturdum. Renklerinden hoşlanır, ipe dizerdi. Kolye yapar, halhal dizer, süslerdi bedenini. Fazladan yaptıklarını çarşıda satardı Letafetle birlikte. Son günlerde çıkmaz oldu evden. Bir tuhaf haller, suskunlukları artı. Kolyeden vazgeçmiş, tespih dizer olmuştu. Kızıl kehribarlar, oltu taşları püsküllü. Balkonda gördüm bir kaç kez. Letafetin eski eşi değil mi o. Sordum yine beraberler mi diye. Sustu, bilmiyorum dedi. İyice kapattı yine kendini ne yapsam bilemedim.  Tesbih tanelerinin başımın üstünden yağdığında anladım. Eski acıları tesbihlerin bile avutmadığını.


Nurten Yurt















Images

ANNE

 Anne bırakma ellerimi üşüyorum, yürüyemiyorum senin kadar hızlı. Sahi pisipisiler çok ince taşlar


batıyor ayaklarıma, düşüyorum. Dur! yetişemiyorum, köpekler havlıyor, korkuyorum. Dur anne yeter, koşma bekle beni yetişemiyorum. Tut ellerimi, korkuyorum, bırakma beni, ayaklarımla sana yetişemiyorum. 

Terliklerimi giyecektim, izin vermedin. Hem onlar daha kalın, onlarla hızlı da koşarım. Sahi kim almıştı onları? Sen getirmiştin. Bayram mıydı, ben uykudan yeni uyanmıştım. Çok sevinmiştim. Onları getirdiğin gün seni daha çok görmüştüm. Sonra, yeşil çiçekli elbisemi giydirmiştin. Saçlarımı tarayıp, örmüştün. Pasta da almıştın.

Mumları sen yaktın, dilek tut demiştin tutmuştum. Anne ben o gün seni çok beklemiştim. Geçte olsa gelmiştin. Ben o gün seni daha çok görmüştüm. Daha da çok görmeyi dilemiştim. Sahi anne neden üzgündün öyle? Doğum günümdü, çok sevindim demiştin. Saçlarımı da sevmiştin, yeni aldığın tokaları takmıştık. 

Ateş gibiydi yanakların. Öperken beni anladım, ıslaktı. Dudakların kıvrılmış, yanağımı serinletmişti.  Artık büyümüştüm, alışmıştım da. Üstelik doğum günüm, bu gün ağlamayacağım. Dedim, dedim ya sen giderken burnum acıdı. Acıyınca kaşıdım, kaşıyınca geçiyor. Geçiyor da bu kez yutkunamadım. Boğazımda ki acıyı gazoz geçirirdi. İçtim baloncuklar bile geçiremedi. Pasta sonra o pastada tatlı acı bir tat vardı. 

Karıştırdım, kalp gibi bir şekil yaptım. yutamadım bıraktım. Sen gittikten sonra, aldığın kitabı açtım. Çocuk Kalbiydi adı. Bir türlü okuyamadım. Sayfaları karıştırdım, çocuğun adını, yaşadıklarını bıraktım.

Beyaz mendilleri aradım, bulamadım. Renkli bir tane vardı, sen getirmiştin, hastanedeki ablaya vermiştin. Çekmecede onu buldum, burnumu sildim kokun sinmiş. Yeşil elbisenle bir örnek demiştin. Anne ben seni çok özledim. Evi , okulu özledim, taşları özledim. Senin arkandan koşmayı, güney den esen rüzgarları, beni kovalayan köpekleri bile özledim.

Biliyorum az kaldı, kavuşacağım çok yakında. Sonra saçlarımda uzayacak, sen tarayacaksın onları öreceksin. Bana sarılıp, eskisi gibi öpeceksin. Anne ne zaman coşkuyla gülerek geleceksin?  Biliyorum zor, her şey, iğneler zor, ilaçlar zor, makineler zor. Öyle söyledi doktor Ayşe, küçüğüm onun içinde zor.


Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmaları)

Images

BİR YAĞMUR SONRASI

  Bir yağmur sonrası, sabah vakti tenha bir yokuştan aşağı iniyorum. Arnavut kaldırımı taşlar


ayaklarımı acıtıyor. Tabanlarımda yağmurun serinliği, sensizliğin boşluğunda sahili adımlıyorum. Sahi, ne işim var? Bu yokuşun dibindeki ıssız sahilde. Üstelik ayaklarım çıplak, saçlarımdan süzülen yağmur tanecikleri. Kokladığım iyot, taze toprak. 

 Uzaktan geçen gemilerimi severim? Kimsecikler de yok neden tenha bu sahil? Oysa kalabalık olmalı, o kadar erken de değil vakit. Güneş ışınları gölgeme şahit. Akasyanın kokularına karışan iğdeyse soluduğum, aylardan mayıs. Kumlar ince basınca adımlarım, dalgalar siliyor ardım sıra sahi nerede varlığım. 

Söylesene ey yazar; yapayalnız, ayaklarım çıplak, saçlarımda yağmur tanecikleri burada ne işim var? Özel bir oda istiyorum ben. Bir koltuk, yanı başında bir sehpa, dolu dolu bir kitaplık.  Yalnızlıktan uzak bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak. Sıcacık kahveme uzanmak, baharın kokularını açık penceremden koklamak. 

Özel bir oda ya; bak rüzgar arttı üşüyorum. Yağmur yine yağdı yağacak, şimşeklerin aydınlattığı koyu gri bulutlar kapladı güneşimi. Ayaklarım buz gibi dondu, donacak. Ya yetiş imdadıma kurtar beni, ya da denizin davetkar dalgalarında kayboluyorum. Bir daha arayıp sorma beni....


Nurten Yurt

(Pandemide  yazı çalışmalarından) 

Images

DENiZ MAVİSİ

  Ruhumuz mavi bizim, bu yüzden denize gidip orda bıraktık tüm sıkıntılarımızı.


 Öyle sıkılmış ki deniz, yeter dedi. Başka renkler de katın ruhunuza, beni de bırakın benimle. Affedin, artık kendinizi suçlu hissetmeyin. Başkalarının suçlarını sahiplenip, ileriye taşımayın yazıktır.

 Yeni efsaneler yaratın kendinize, acıya sarılmayın. Efsaneleriniz umudu taşısın, umudunuza geçmişin ruhunu katmayın. Her acı da beni anlatmayın.  Gökyüzüne bakın, aynı gökyüzü altında, rengarenk efsaneler yaratın. Yargıçlığa soyunmayın, sakın ha yapmayın. Şahit olmak demek, takılıp kalmak olmasın. An akmakta durduramadığınız zamanla akın sizde. Yapışıp kalmayın, bırakın acılarınızı, ruhunuz ferahlasın. 

Affedin beni de ben almadım sevdiklerinizi. Yaşanması gereken buymuş. Nicelerini sakladım koynumda mavime kattım renklerini. Dalgalarımla hafiflettim yüreğimi, sizde affedin hafifleyin. Olmadığınız bir zamanın acılarını, günah gibi taşımayın. Ümidinizi ferahlatın, yeni güzel efsaneler yazın. 

 Dalgalarımın hafifliğine kanmayın, alıp götürdüklerimle ağırlaştım bende. Bundan zaman zaman köpürüp coşmam. Öyle ağırlaştım ki ,kusuyorum artık. Kusarak temizliyorum kendimi, kıyılarımdaki köpük safraları sevin. Ben yenilendim, siz de bırakın acıları sahiplenmeyin. Yeni renkler edinin, affedin, hafifleyin. 


Nurten Yurt