Pandemide yazı çalışmaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

SADECE SEN

       Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:


Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu

 Böylece bitirdim düşünmeyi. Sadece senden kalan anılar var hafızamda. Sahi doktorda öyle söylememiş miydi. Zamanla unutacakmışım her şeyi. Sıfırlamamak için zihnimi yazıyorum. Bu dördüncü defter, dün yazdıklarımı okudum, sadece sen.
Tuhaf bir şey oldu okurken, tüm satırlar bir araya gelip sen olmuşlar. Cılız bir ışık parladı sayfada. Noktaları gözlerin, virgülleri kaşların diye koymuşum. Ya sözcükler, bir ara karışıp durdular. İçimde bir yerleri acıttılar. Birinde şöyle anlatmışım seni. Yüreğimin kırılgan köşe sindeki ince gamzem. 
Sarışın papatyam demişim bir diğer cümlede. Sahi taç yapmıştım sana o tarlada, uçuşan saçlarına takmıştım. Sarı saçlarını yazmak için, sarı bir kalem aldım. Rengini unutmadım, unutmamak için mi aldım, onu unuttum. Gözlerini anlatmışım, saydım on altı sayfa.
Kararsız kaldım, yetmez onları anlatmaya. Bir defter ayırdım, yazacağım. Sonra parmakların için yazayım istiyorum. Ne çok okşardın saçlarımı. Başparmağınla şakağıma dokunurdun. İşaret parmağınla burnumu okşardın. Serçeyle yaşlarımı silerdin. Ya avuçların ne çok öperdim. Sen gülerdin kavrardın yüzümü avuçlarınla. 
Yeryüzünde var olan seni anlatmak satırlara sığar mı? Sadece yazı ya, sayfalara ya unutursam seni? Açar okurum yazdıklarımı. Artık eskisi gibi uyuyamıyorum da. Dün oğlumuz geldi. Yemek yemeyi unutmuşum öyle söyledi. Sonra sahi ne dedi unuttum. Acaba yazmayı da unutur muyum. Yok canım sadece seni yazarım.
Sevgi unutturmaz dedi doktor. Öyleymiş işte, her şeyi unutuyormuş da sevdiğini hatırlıyormuşsun. Ne bileyim işte belki cümle kuramam. Tek sözcük de olsa seni yazarım ben. Seni yazarken geldi aklıma, o şakağında çıkan avare beyazları nasılda öperdim. Ne çok gülerdin sen, üç küçük kahkaha sıkışırdı gamzene. Sadece saçlarını yazayım diyorum. Hani tutam tutam ayırıp boyamıştım ya. Biliyor musun dökülen saçların vardı ya onları sakladım duruyor hala çekmecede. Kokluyorum her zaman ipek gibi hala. Kokunu içime çekiyorum. Sahi o yastık kılıfını sakladım. Kokun orda onu asla unutmam biliyorum. Uykuya dalarken kokluyorum. Sadece senin kokunla uyuyabiliyorum artık. 
Ölüme doğru dedi doktor. Gizlice dinledim ama unuttum söylediklerini. Oğlumuzla konuştu, sadece seni yazmak için yaşıyorum. Seni ne kadar çok anlatırsam, o kadar hatırlayacağım belki de. Dün herhalde ilk tanışmamızı yazdım. O yeşil elbisenin içinde ne de güzeldin. Papatyam sahi sen mi geldin? Kokunla doldu yine oda. Bak bu beyaz kalemi sahi bunu neyi yazmak için almıştım bilemedim.

Nurten Yurt

(Pandemi de yazı çalışmalarından)

Images

ANNE

 Anne bırakma ellerimi üşüyorum, yürüyemiyorum senin kadar hızlı. Sahi pisipisiler çok ince taşlar


batıyor ayaklarıma, düşüyorum. Dur! yetişemiyorum, köpekler havlıyor, korkuyorum. Dur anne yeter, koşma bekle beni yetişemiyorum. Tut ellerimi, korkuyorum, bırakma beni, ayaklarımla sana yetişemiyorum. 

Terliklerimi giyecektim, izin vermedin. Hem onlar daha kalın, onlarla hızlı da koşarım. Sahi kim almıştı onları? Sen getirmiştin. Bayram mıydı, ben uykudan yeni uyanmıştım. Çok sevinmiştim. Onları getirdiğin gün seni daha çok görmüştüm. Sonra, yeşil çiçekli elbisemi giydirmiştin. Saçlarımı tarayıp, örmüştün. Pasta da almıştın.

Mumları sen yaktın, dilek tut demiştin tutmuştum. Anne ben o gün seni çok beklemiştim. Geçte olsa gelmiştin. Ben o gün seni daha çok görmüştüm. Daha da çok görmeyi dilemiştim. Sahi anne neden üzgündün öyle? Doğum günümdü, çok sevindim demiştin. Saçlarımı da sevmiştin, yeni aldığın tokaları takmıştık. 

Ateş gibiydi yanakların. Öperken beni anladım, ıslaktı. Dudakların kıvrılmış, yanağımı serinletmişti.  Artık büyümüştüm, alışmıştım da. Üstelik doğum günüm, bu gün ağlamayacağım. Dedim, dedim ya sen giderken burnum acıdı. Acıyınca kaşıdım, kaşıyınca geçiyor. Geçiyor da bu kez yutkunamadım. Boğazımda ki acıyı gazoz geçirirdi. İçtim baloncuklar bile geçiremedi. Pasta sonra o pastada tatlı acı bir tat vardı. 

Karıştırdım, kalp gibi bir şekil yaptım. yutamadım bıraktım. Sen gittikten sonra, aldığın kitabı açtım. Çocuk Kalbiydi adı. Bir türlü okuyamadım. Sayfaları karıştırdım, çocuğun adını, yaşadıklarını bıraktım.

Beyaz mendilleri aradım, bulamadım. Renkli bir tane vardı, sen getirmiştin, hastanedeki ablaya vermiştin. Çekmecede onu buldum, burnumu sildim kokun sinmiş. Yeşil elbisenle bir örnek demiştin. Anne ben seni çok özledim. Evi , okulu özledim, taşları özledim. Senin arkandan koşmayı, güney den esen rüzgarları, beni kovalayan köpekleri bile özledim.

Biliyorum az kaldı, kavuşacağım çok yakında. Sonra saçlarımda uzayacak, sen tarayacaksın onları öreceksin. Bana sarılıp, eskisi gibi öpeceksin. Anne ne zaman coşkuyla gülerek geleceksin?  Biliyorum zor, her şey, iğneler zor, ilaçlar zor, makineler zor. Öyle söyledi doktor Ayşe, küçüğüm onun içinde zor.


Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmaları)

Images

BİR YAĞMUR SONRASI

  Bir yağmur sonrası, sabah vakti tenha bir yokuştan aşağı iniyorum. Arnavut kaldırımı taşlar


ayaklarımı acıtıyor. Tabanlarımda yağmurun serinliği, sensizliğin boşluğunda sahili adımlıyorum. Sahi, ne işim var? Bu yokuşun dibindeki ıssız sahilde. Üstelik ayaklarım çıplak, saçlarımdan süzülen yağmur tanecikleri. Kokladığım iyot, taze toprak. 

 Uzaktan geçen gemilerimi severim? Kimsecikler de yok neden tenha bu sahil? Oysa kalabalık olmalı, o kadar erken de değil vakit. Güneş ışınları gölgeme şahit. Akasyanın kokularına karışan iğdeyse soluduğum, aylardan mayıs. Kumlar ince basınca adımlarım, dalgalar siliyor ardım sıra sahi nerede varlığım. 

Söylesene ey yazar; yapayalnız, ayaklarım çıplak, saçlarımda yağmur tanecikleri burada ne işim var? Özel bir oda istiyorum ben. Bir koltuk, yanı başında bir sehpa, dolu dolu bir kitaplık.  Yalnızlıktan uzak bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak. Sıcacık kahveme uzanmak, baharın kokularını açık penceremden koklamak. 

Özel bir oda ya; bak rüzgar arttı üşüyorum. Yağmur yine yağdı yağacak, şimşeklerin aydınlattığı koyu gri bulutlar kapladı güneşimi. Ayaklarım buz gibi dondu, donacak. Ya yetiş imdadıma kurtar beni, ya da denizin davetkar dalgalarında kayboluyorum. Bir daha arayıp sorma beni....


Nurten Yurt

(Pandemide  yazı çalışmalarından) 

Images

Çocukluk

 Affan Dede’ye para saydım,


Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.

Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

Cahit Sıtkı Tarancı


 İsmim İpek Böceği. Dut ağacının yaprakları evim benim. Ne zaman doğdum bilmiyorum. Yeşil yapraklar benim yuvam bir de yedikçe ördüğüm kozam. Zati zamansız bir yaşam bu yeşil yapraklar yuvam birde onları yedikçe ördüğüm kozam.

İlk yaz gelince doğmuşum belki de. Kozamı ördükçe öleceğimi bile bile. Yaprakları yemek görevim, yedikçe örüyorum. Kırt, kırt, bu benim ödevim. Yediklerim, ipliklerimle örerim. Boşlukta dönüyorum. Döndükçe ölüyorum. 

Hayaller mi? O da ne? Kırt, kırt işte bir yaprak daha bitti. Kozam iyice hapsetti. Beni sona götüren hangi yaprak bilmeden ilerliyorum. Kırt, kırt. Uğursuz diyor adam, yok etti bütün yaprakları. Neden bilmeden. Görevim bu benim, yaprakları yemek, kozamı örmek. Yiye yiye kozamı örüyorum. Ölüyorum. 

Yeryüzü nasıl bir yer bilmiyorum. Artık iyice semirdim, yapış yapış bir koza bu kemirebildiğim son yeşillik eminim. Gır gır atmıyor artık yüreğim. Sarılmış bir yumak boşlukta dönüyorum. Dönüyorum kozamın içindeki yapış yapış kanlılk la, alışkanlıkla dönüyorum. Döndükçe ölüyorum. Boşluktaki koza dönüşüyor toza tuhaf, tozlar kapladı her bir yanımı. 

 Yaprak yok, yapışkanlık yok, kuru kupkuru bir koza. Boşlukta sallana, sallana kuruyorum. Güneşin altında rüzgarla dönüyorum. Acıyor her yanım, yanıyorum. Kaskatı kozamın hapsinde ölüyorum. Rüzgar acıyor, zaman acıyor bana dönüyorum. Tozlanıp dökülüyor mu ne kozam? Tozlarım yapışıyor bedenime  yumuşuyorum. O da ne?  Kanatlarım mı  var benim?  Uçuyorum. Ölmüşken kozamda doğuyorum kanatlarımla.

Nurten Yurt

(Pandemi de yazı çalışmalarından) 

Images

Bir Acayip Duygu

 Mürdüm eriği  


çiçek açmıştır.
— ilkönce zerdali çiçek açar
mürdüm en sonra —
Sevgilim,
çimenin üzerine
diz üstü oturalım
karşı-be-karşı.
Hava lezzetli ve aydınlık
— fakat iyice ısınmadı daha —
çağlanın kabuğu
yemyeşil tüylüdür
henüz yumuşacık...
Bahtiyarız
yaşayabildiğimiz için.
Herhalde çoktan öldürülmüştük
sen Londra'da olsaydın
ben Tobruk'ta olsaydım, bir İngiliz şilebinde yahut...
Sevgilim,
ellerini koy dizlerine
— bileklerin kalın ve beyaz —
sol avucunu çevir :
gün ışığı avucunun içindedir
kayısı gibi...
Dünkü hava akınında ölenlerin
yüz kadarı beş yaşından aşağı,
yirmi dördü emzikte...
Sevgilim,
nar tanesinin rengine bayılırım
— nar tanesi, nur tanesi —
kavunda ıtrı severim
mayhoşluğu erikte ..........»

........ yağmurlu bir gün
yemişlerden ve senden uzak
— daha bir tek ağaç bahar açmadı
kar yağması ihtimali bile var —
Bursa cezaevinde
acayip bir duyguya kapılarak
ve kahredici bir öfke içinde
inadıma yazıyorum bunları,
kendime ve sevgili insanlarıma inat.

Nazım Hikmet


Bir acayip duygu bu, satenin kayganlığı, bedenimin üzerinde dans edişi.  Nisan geldi ya ondan bu.  Sahil  dolmuş yine  kumları talan etmişler . Hafta sonu öğrenciler dolar, ateş de yakarlar. Yıldızların altında kumlar üstünde, içimi gıcıkladın yine, giymeyecektim bu hırkayı.  Saten gömlek yetiyor işte. 
 Hadi gidelim biz Beldibine.  Çekilmez buraları, gürültü kalabalık , trafikte cabası.  Topukladık mı   yarım saate ordayız, buluruz bir çam ağacı  sırtımızı dayarız. Sahi iki de bira alırız, yanına tuzlu fıstık. Mis gibi çam , bahar kokusu demlenir insan. 
 Gelmesin yaz dolar burası, hazırlıklarda yetmiyor işte kaldırmıyor.  Sahi ne yaptın sen akşam konuşacak mısın Aliyle?  Anlatacaksın değil mi ?
_ Yok gelmeyecekmiş işleri bitmemiş daha.
 İyi işte yarına kaldı desene. Biraları çiftleyelim  o zaman akşama kadar kalırız. Güneş batınca alacakaranlıkta daha bir hoş çamdili. Hırka o zaman işe yarar akşam ayazında. Hah Eşref abiden alalım biraları.  
 Kız şaheser, senin ne işin var burda? Büyüdümü tombalaklar?  Eşref abi vermedin dimi yavruları emzirsin bu onları biraz daha. Sahi unutma o sarı tombalak benim ha. Annemde tamam dedi  alıcam onu yoldaş olur bana.  Biralar soğuk fıstık tuzlu olsun, eyvallah.
İyice ısındım işte yürümek böyle geliyor her zaman, sahi aylardan nisan. Oh nefes mis, bahar ne çok özlemişim seni. Sahi neydi bu yıl öyle uzun kış, bitmeyen hüzün hep bir bitiş. Şair boşuna dememiş; insan nisyandan alındığı için nisyana müpteladır.

Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmaları)
Images

EKSİLEN

 Öyle yıpranmış ki         


  

Bir forması eksik içinden,
Sahafa düşmüş bir kitap
Gibi sararmış üzüntüsünden.
Bir ay doğuyor usul usul
Karanlığın göğsüne,
Dünden bugüne kendini
Biraz daha eksilterek getiren
Küsmüş göğüne besbelli
Geleceği göremediğinden
Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde
Doğuşunu yeniden

Metin Altıok


Eksilen çok şey vardı içimde.  Dil kurumuna inat, bazı sözcükleri de çıkarıp attım dilimden. Sonra yerine bir şey de koyamadım. Kaldı öylece, ... noktaları keşfettim. Her aklıma geldiğinde ... sustum. Bir zaman geldi, hiç konuşmadım.
Eksilen zamanla birlikte, dilim lâl, elim boş, gönlüm bir hoş kalakaldım. Sonra ... kadar atladım. Boş bir sayfa açtım, yazdım eksilen ne varsa anlattım. Sözcükler bir bir geri geldiler, tuhaf bir şekilde anlam değiştirdiler. Dize, dize dizildiler. Sayfa satırlar boyunca doldu. 
Eksilen ne varsa bir bir geri geldi. Kimi sızı, kimi gözyaşı, kimi sevinç olup eklendiler. ... olup eklendiler. Tüm eksilenler bir bir çoğaldılar. Dizelere sığmayıp, satırlardan taştılar. Virgüller yetmedi, cümleler uzadı. Paragraflar büyüdü, sayfalar çoğaldı. Sana ulaştılar.

Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmalarından)
Images

Yaşam Bitti

 Söyle sevda içinde türkümüzü 


Aç bembeyaz bir yelken

Neden herkes güzel olmaz

Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan, dallarla, budaklarla bir

Aynı maviliklerden geçmiştir.

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken?

Fazıl Hüsnü Dağlarca


 Haber vermeden gittin.  Sen gittin ya bahar bitti. 
Gidişin içimi eksiltti, zaman durağan, akmıyor boşluk dolmuyor, ışık yetmiyor.
Sen gittin ya yaşam bitti.
Dönüşlerim hep sana, senden kalan her şey bitti.
Sözcüklerim tükendi, dilim lâl, tekrarlanan tek cümle var
Neden söyleyemedim? Gitme kal! Niçin leri soramadan günbatımında
Deniz bitti, dalgalar oynaşmıyor taşların yosununda
Enginin ışıltısı, martıların çığlıkları bitti.
Sen gittin ya  şehir bitti.
Trafik akmıyor, güneş ısıtmıyor, aydınlatmıyor,
Boşluğunda kalakalmak dolmayan yalnızlık,
Sen gittin ya ben de ben bitti.
Bitti...

Nurten Yurt

(Pandemide yazı Çalışmalarından )




Images

Rüyanın Ortasında Uyanmak

 

Filigran                   

Kimi kâğıtlar
Aydınlığa tutsanız
Çizgi, resim, bir şekil.
Ya da gizli mürekkeple yazılmış
Boş görünen sayfa
Okunur ısıya yaklaştırınca
Kimi şiirler 
Okunur arkasında
Kendi ateşiniz varsa.

Behçet Necatigil



 Kayalıkların ortasında ne alemi vardı uyanışın?  Güneşin kızgınlığında,yanıp kavrulur, mavi dalgalarda ferahlarken kumsalda kaybolan ayak izleriydi zamanın yaşamı. Sıcağın buharında gökyüzüne süzülmek, mavilerde çakan şimşekler karanlık ve damlalar halinde düşmek yeryüzüne sahi ne  vardı rüyanın ortasında uyanmak.
 Tam inanmışken her şeye, nefessiz kalmak.  Güneşin doğmasına az kalmıştı oysa. Bu karanlığın ortasına uyanmak, aydınlığı bulamamak, el yordamıyla sendelemek ilerlemek attığın her adımda ilerlediğini sanarak gerilemek.  Kopup gelen fırtınayla savrulmak, tutunamamak hiç bir dala karanlık boşluk bu mu dünya? 
 Ya o rüya güneşin tam ortasında nasıl yanmazsın ya? Bırak yanmayı, erimek yok olmak varken nasılda berrak nasılda maviydi hava. Nefes almak bu kadar rahat bu kadar hoş hayat..
Kayalıklardan yansıyan güneşin ısısından basılmıyor kayalara, sendeledikçe korkuyla atılan adımlarla ilerliyorum.  Ara sıra boşluklara giren papuçlar parçalanmakta, baldırlarım ağrıyor ilerlediğim kayalıklar bir diğerinde artarak karşımda. Sahi ne vardı rüyanın ortasında, tam da kayalıklarda uyanacak?....

Nurten Yurt


(Pandemide Yazı Çalışmalarından)






Images

SEVGİYİ YENİDEN İCAT EDİN....

 

Eskidendi, Çok Eskiden

Hani erken inerdi karanlık,

Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

MURATHAN MUNGAN

    

 Billur kadehteki tınıyla fısıldadı.  Sevmek bu mu şimdi?                                                                    Gözlerine dalmak, onların içinde boğulmak, zamanın durması, nefesini dinlemek, akıp gitmek. Sende ölmek bu mu sevmek? Varlığımın yokluğu, tende birleşmek sevmek bu mu gerçekten? Geçmiş zamanların lanetimi yoksa? Böyle anlattı tüm aşıklar yok etti kendini sevdiğinde, onun yolunda, uğrunda. Varlığı onunla birleşti diye mi sevmek? 

Gülünç muamma  bu onlar böyle yaşadılar, böyle duyumsadılar diye mi bizde onları taklit ediyoruz? Sevginin tarifini yeniden yazalım. Başka bir şey belki de sevmek, onu yeniden icat etmek gerek. Soyumuzu kurtaracak bir kaşif gerek. Yeni bir insanlık yeşerecek belki başka türlü sevecek.  Sevmek sevdiğini yemek, yedikten sonra öğütmek, tüketmek değil. İcat edin ne bileyim yeni bir şeyler üretin. Sevginin tarifini güncelleyin. Öyle yok olup gitmeyin, ey insanoğlu sahi neydi sevmek? 

Emek hayır değil işte emek değil, yemek değil. Sürgüne gönderin tüm sevgileri, gelmesinler geri. Tarifini güncelleyin şu sevginin olmadı bu yüzyılda yeniden keşfedin. İnsanoğlunun en zalim duygusu sevmek, yeniden doğsun, sevgi adına yapılan tüm zulümler son bulsun. Sahi neydi sevmek? Bir pırlanta yüzük, evlilik, paylaşım, sonrası dışlaşım. Kaybolan yılların telaşında geçen başkalaşım zamanın ve sevginin katli. Ey insanoğlu yeniden keşfedin eksilmişe bir şeyler ekleyin güncelleyin sevmeyi varoluşu değiştirin, silin o duyguyu iliklerinizden. 

 Yeniden keşfedin farklılığı, yabanıllığı, vahşi arzuların dinginliği, saf masum varoluşu doğanın sonsuzluğunu. Soğuk donmuş bozkırları, taşı, toprağı, çorağı, kıtaları. Denizi, dalgayı, mercanı, tarağı, bırakın siz ataları yeniden keşfedin vatanı. Almayı değil vermeyi, karşılıksız ,hesapsız, sorgusuz, sualsiz ekleyin eksiltmeyin. Ne bileyim işte bir şeyler yapın, adını değiştirin demeyin sevgi sevinmesin gizli gizli. Yeniden deneyin keşfedin. 


Nurten Yurt 



Images

VİCDAN DALGASI

 Vicdanı rahattı. Derin bir nefes alıp küreklere asıldı. Anlatmıştı her şeyi, dalgalar pek


bir hafifledi, yol verdi deniz. Kıyıdan gelen müzik sesleri ruhunu okşuyordu. Gökyüzündeki dolunayın aksi denizin oynaşan dalgalarıyla kucaklaşıp onu aydınlatıyordu. Huzur bu, bundan öte bir şey yoktu. Bu an için değerdi.

 Hiç kimse biraz evvel dalgalara ceset bırakmış bir katil diyemezdi ona. Gerekeni yapmıştı, ömür boyunca azap duyacağına, bir canı katletmiş. Azabı ortadan kaldırmıştı. Rahattı artık.  Motorun sesi üstüne üstüne gelince bir an ürperir gibi oldu. Sadece bir an. 

 Sonra yine kendini o anın rehavetine bıraktı. Küreklere asıldı, deniz yol verdi ışıldayarak dalgaların şavkı gözbebeklerinde ışıldadı. Sahilden gelen müziğin sesi dalgaların kürekle oynaşmasına katıldı. İyotun kokusuna yanık odun kokusu eşlik etti derin derin soludu. Şimşek mi çakmıştı? Bu havada olmazdı ki. Birazdan kıyı ya çıkacak  eve gidecekti.  Küveti doldurup içine girecek, şarap buz kovasında onu bekliyordu.  Şöminenin alevlerini seyrederek rahatlayacaktı. Peynir tabağına uzanacaktı, midesindeki ekşimeyle birlikte diğer şimşekler çakmaya başladı. 

 Denizin dalgaları, kıyıdaki müziğin şiddetiyle artmıştı sanki. Oysa çok az kalmıştı. Kürekler ağırlaştı, deniz koyulaştı ışıltısını kaydedip zifire kesti. Rüzgar savurdu iyotlu tuzu yüzüne. Gözleri acıdı, yandı. Yaşlar boşandı.  Küreklere asıldı, az kalmıştı, kıyı yakındı. Deniz kudurdu, çakan şimşeklerin aydınlatamadığı bir karanlıkla kalakaldı. Küreklere asıldı, balçığa saplanmış kalakalmıştı. Ufka baktı, karanlıktı. Kıyı uzaklaşmış, ışıklar kaybolmuştu.


Nurten Yurt




Images

ŞİİRDEN DİYALOGLAR


  HAYAL ŞEHİR


Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir'den bak! 
Bir zaman kendini karşındaki rü'yâya bırak! Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan; Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan; O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine, Çevirir camları birden peri kâşânesine. Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka. Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden, Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen, Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı. O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir; Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir; Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı. Az sürer gerçi fakîr Üsküdar'ın saltanatı; Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına; Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına, Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de. Halkının hilkati her semtini bir cennet eden Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden, Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı
Yahya Kemal Beyatlı 

 Hayal Şehir 
  Meftune hanımın telaşlı sesi sokağı doldurdu. 
-Yetişin komşular! Sarman ciğeri kaptı.  Server bey taşlıktan koştu. Leman kadın 
 cumbadan sarktı.
Hain kedi çoktan sokağın köşesini dönmüştü.
-Eyvahlar olsun! Akşam Mehmet Ali Efendi'ye ne pişir ecem ben?
-Telaş etme komşu buluruz bir çaresini.
-Meftune hanım bi koşu alıp geliyim ciğerciden, 
Lütfüzade sokağının dip köşesin de komşular, kaybolan akşam yemeği karmaşasını
 çözmeye çalışırken sokağın amansız hırsızı sarman, servi ağacını
 kovuğunda ciğeri mideye indirmekle meşguldü. 
- Yoğurtçuuuu!
-Kazım Efendi şu tasa iki okka yoğurt koyuver. Sepetin içinde
parası aman dikkat et dökülmesin. 
- Kazım usta bana bir tepsi ayır. Akşam dünürler gelecek anca yeter.
Geçen sefer biraz ekşi geldi bizim efendiye, tazedir bu inşallah.
- Töbe töbe o da ne demek? Geceden mayalarım benim yoğurdum ekşi olmaz
bilesin hanım. 
- Kahrolası Sarman! Şu kediyi yakalayıp götüremediniz, koskoca mahalle her gün
bir kayıp. 
-Arsız hırsız, geçen karda dayanamayıp aldım sahanlığa. Pirzolaların yarısını
götürmüş ruhum duymadan. O sinirle bulamadım. Bir de baktım mangalın yanına 
kıvrılmış mırılmırıl dayanamadım.Kıyılmaz hayvana.
 Gün servinin ardından devrilirken, Lütfüzade sokağının ihtişamlı köşkünün
cumbasına tırmanan sarman pek bir keyifliydi.

Nurten Yurt
(Pandemide Yazı Çalışmalarından)


Images

KALABALIK DAKİKALAR

  


Kalabalık zamanların harfleriydi onlar. Suskun bir köşeye çekilip oturamazlardı.  Senfoni olmak adına karışıp dururlardı aralarında. Gürültü çıkarmak, ses getirmek isterlerdi. 

Olay yazardı, ünlemler sıraya girerdi Noktalar ardı ardına dizilir, soru işaretleri bir köşede beklerdi. 

Merak galip gelir, kaos ortamında dizilirlerdi. Öfke, kan, şiddet revaçtaydı ya; kimse sayfaya bakmaz okumazdı. 

Şefkat, Sevgi, İlgi özlemle beklenirdi. Ayraçlar açılırdı. Dendenler satır, satır yazılırdı. Sözcüklerin senfonisinde kaybolmak güzeldi.  Kalabalık sözcükler değil, sakin naif imgeler özlenirdi. Dokunduğunda tuşlara bir bir ardı sıra dizilirdi.

.......

Keyfi keder uzanmıştı ya sesi duyar duymaz fırladı. Pencereyi açtı, sokaktaki insan karmaşasına seslendi.

Neler oluyor orda?

Kalabalık bir anda dağıldı. Kimdi bu? Böyle naif bir bağırtı.

Zarifçe uzandı, boynunun çıkıntısını okşayan elin teması içini titretmişti. Gevşedi, teslimiyet bu demekti. Yasak da olsa bıraktı kendini. Bunca zaman duygularına gem vurmak öylesine germiş tiki, kopmak üzereydi. 

Gülümsemesi dudaklarında kalmasın tüm vücuduna yayılsın istiyordu. Gevşedi, bıraktı kendini. Elin boynunun üzerinde gezmesi ilerledi, şahdamarının üstünde durdu. Ateşi, kanın akışını hissetti. Ağırlığı değil çılgınca hafiflikte kelebekleri.

Soramadım? Sana dokunmam bu kadar etkiliyor muydu? Rahatsız etmek istemiyorum, kırılmanı da, yine de sana dokunmadan duramıyorum. Öylesine naif, durusun ki. Bu kadar yakınken uzak olmana dayanamıyorum. Sarılmak ve hiç bırakmamak, beni hissetmeni istiyorum. 

Köşe başı beklemek gibi, akıp gidemeyen yağmur taneleri. Hiç sevmem beklemeyi yordu beni yaşanmayan yaşanmışlıklar. Gidemiyorum da takıldım kaldım. Sözcükleri savurmak adına mıydı, yazılmamışlar. 

Saklı gizli yaşamak istemem. Aleni apaçık olmak en güzeli, sevmenin günahımı olur. Bulutlar her şeyin farkında, sonra deniz, yıldızlarda.  

Yazma halleri bütün bunlar, keyifle akıp gitmiyor sözcükler. Zarifçe kalem, kağıtta güzel, soruyorlar hep bir köşe başında. Gülümseyerek , yumuşakça çiziyorum oluşuyor , bir de bir araya gelip akıverseler...

Nurten Yurt

(Pandemi de Yazı Çalışmaları)