Images

Gözden Giren Elden Çıkar


                                                                                                                    
Yaşadığımız yüzyılın aşina olduğufotoğraflar vardır. Bakarken ruhumun ezilip yok olduğunu hissederim. Ölümün, acının çocuk bedenleri üzerinde duruşu ve yansıyışının insanlara yaşadığı dünya üzerindeki gerçekleri hatırlatır. Bunca acı ve ölüme rağmen yaşama sığınmak için sığınırım o hayal dünyasına. Yaratma ve üretme, ölümün yanına yaşamı katma, umudu her daim ayakta tutma. 

 Aylan Kurdinin sahile vuran bedeninin fotoğrafı, sanatsal bir değerin yanında insanlığın vicdanını sorgulamasına neden oldu. Ölüm ve Masumiyet bir karede bu kadar güzel görünürdü.

Bir anne olarak o çocukları o korkunç karelerden söküp masumiyetlerini yaşamalarını isterdim. Yaşayamadıkları çocukluklarına masum hikayeler uydurur, yüzlerine yansıyan korkunun kaç okşayış, ne kadar şefkatle unutturulabileceğini düşlerdim.
  



Bu görüntüleri farklı düşleyen ve yansıtan Azerbaycanlı ressam ve Karikatürist Gündüz Aghayevin çalışmalarını görünce aklıma Aşık Paşanın sözü geldi" Gözden Giren Elden Çıkar" algılarımıza takılıp kalan öyle çok görüntü var ki. Bunları sağaltmanın ruhumuzu hafifletmenin yolu üretmek, üretirken yaratmak. Aghayevin çalışmalarından yansıyan, içimize dokunur yanı gerçek ve hayal.

Sanata ve umuda her daim sarılmak.

Nurten Yurt


Images

Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu

       


Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumuna katıldım. Bağlarbaşı Kültür Merkezinde Bican Veysel Yıldız tarafından düzenlenen, Onyedi ülkenin katılımıyla gerçekleşen sempozyumda dinleyici katılımcılarının çoğunluğu öğretmenlerdi.

İlgimi çekenlerden biri Öğretim Görevlisi Ayşe Kucur'un Küçük Prensin Televizyon Dünyasına Girişi: Masumiyetin Yok Oluşu adındaki incelemesiydi.

Kitabın yazılışı ve verdiği mesajların dizide nasıl değişime uğradığı ve bu mesajlarla yetişen çocukların verdiği tepkilere değindi. Çocuğun geleceğe yazılmış mektup olduğundan yola çıkarak, modern dünyanın proje çocuk olarak yetişen çocuk modeli ile toplum içinde gerçekçiliği karşılaştırması yaptı. Geçen yüzyıl içinde çocuk imgelerine değindi. Çocuk masalları ve anlatılarının verdiği mesajların değişimine dikkat çekti.
                               

Diğer katılımcı Osman Çoban Bir Online Okuma Platformu olarak Wattpad ve Sanal Dünyanını Gençlerinde Sanal Okuma Kültürü ile ilgili araştırmasını paylaştı.

Koç Üniversitesinden Doç.Dr. Ilgın Veryeri Alaca'dan  Bir Çoçuk Kitabının Oluşumu adlı sunusunda beş başlık üzerinden Slayt fotoğraflarla kitap oluşumunu dinledik.

1- Araştırma (lokal ve Global araştırılma yapılmalı, Dünya Edebiyatını okumalı, anlamalı, Kütüphaneler, Sergi, Ders, Arşiv üzerinden yapılabilir.

2-Etkin Üretim Süreci (Aceleye getirilmemeli, Shaun Tan'ın Uzak adlı sessiz kitabının oluşumu dört yıl gibi bir sürece dayanır. Koç Üniversitesi Yayınlarının üretim süreci paylaşımı)

3- Başvuru ve Geri Bildirim Süreci ( Yayınevleri, editörlerin etkili ve yapıcı olmaları ile ilgili paylaşımlar olmalı)

4- Kitabın Basılması ve Çocuklar ile Buluşturulması ( Kitap tanıtımları, Okullar ve Öğretmenler ile işbirliği)

5- Eleştiri, Ödül, Değerlendirme Mekanizmaları ( Okurlar, çocuklar, Ebeveyn ve Öğretmenlerden geri dönüşüm bilgilendirmeleri )

 

Arşiv Görevlisi Hüseyin Öztürk Çocuklara Ölümden Bahsetmek: Dört Eser, Dört Ferklı Bakış adlı araştırmasını paylaştı,

Ele aldığı Kitaplar, Bir Şeftali Bin Şeftali- Samed Behrengi, Memik ile Onbaşı-Aydın Özakın, Dedem Bir Kiraz Ağacı- Angela Nanetti, Beyaz Ölüm- Neriman Karagöz.

Adler'in "Bir insanın ansızın patdanak ölmesine tanık olan çocukların ruhları, dikkati çekecek derecede etkilenir durumdan" sözünden yola çıkarak kitaplardaki karakterlerin ölümünden nasıl etkilenip ilişkilendirdiklerini anlattı.

 Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazarları Birliğinine ve emeği geçen herkese Sempozyum için teşekkürler. 
Nurten Yurt


  
Images

Okumalar Okuması

                               
 Bir sayfa üzerindeki kelimeler dünyayı bir arada tutar. Alberto Manguel'in bu sözünü çok severim.  Yıllardır katıldığım okuma gruplarında okur tiplerini gözlemledim çoğu zaman. Aynı kitabın içinde yol almış birbirinden çok farklı meslek ve yaşlardaki zihinlerin bir araya geldiğinde ortak oluşturdukları paylaşımlarda çıkanlara çok yakın.
  Grupta bir araya gelen kişilerin aynı kitaptan farklı yorumlar çıkarmaları, anlamların kişiden kişiye ne kadar değiştiği ve özelleştiğinide  gözlemledim.  Anlaşılamayan, beğenilmeyen, okunamayan kitaplar tamamen okuma alışkanlıkları ve kendine özgü okur bulamamalarından kaynaklanır. Her kitabın bir okuru vardır. Okurluğun zevki kişiye aittir.
  Manguel'in bu kitabı sekiz bölümden oluşuyor. Otuzdokuz denemesinde karşılaştırmalı okuma yapmayan okura ve, metinlerarasılık sorunlarına kendince cevapları var.  Aynanın içindenle diğer metinlere yansıyan yansımaların zevkli bir bileşimi.


  Manguel'in Okumalar Okuması adlı kitabında yer alan bir bölümden ideal okur üzerine yazılmış sözcükler aşağıda.

 “Üç tür okur vardır: Bir, yargılamaksızın keyfini çıkaran bir üçüncüsü, keyfini çıkarmadan yargılayan; ortadaki bir başkası, keyif alırken yargılayan ve yargılarken keyif alan. Sonuncu sınıf, hakikaten bir sanat eserini yeniden üretir; üyeleri fazla değildir.” Goethe, Johann Friedrich Rochlitz’e yazdığı bir mektuptan.
Werther’i okuduktan sonra intihar eden okurlar, ideal değil sadece duygusal okurlardı.
İdeal okurlar ender olarak duygusal olur.              

İdeal okur, kelimeler sayfanın üstünde bir araya gelmeden hemen önceki yazardır.
İdeal okur yaratma ânından önceki anda varolur.
ideal okurlar bir hikâyeyi yeniden kurmaz; yeniden yaratır.
İdeal okurlar bir hikâyeyi izlemez: Ona katılır.              
İdeal okur nasıl dinleneceğini öğrenmelidir.
İdeal okur çevirmendir, metni teşrih edebilir, derisini soyabilir, iliğine kadar dilimler, her arter ve damarı izler ve sonra da tamamen yeni, duyarlı bir varlığı ayakları üstüne kaldırır. İdeal okur tahnitçi değildir.
İdeal okur için bütün araçlar aşinadır.
İdeal okur için bütün şakalar yenidir.
“İnsan iyi okumak için mucit olmalı.” Ralph Waldo Emerson.
İdeal okurun unutma konusunda sınırsız bir kapasitesi vardır ve hafızasından Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın tek ve aynı kişi olduğunu, Julien Sorel’in kafasının kesileceğini, Roger Ackroyd’un katilinin adının Falanca olduğunu silebilir.
İdeal okur, Bret Easton Ellis’in yazdıklarıyla ilgilenmez.
İdeal okur, yazarın sadece sezdiğini bilir.
İdeal okur metni altüst eder. İdeal okur yazarın söylediğini olduğu gibi kabul etmez.
İdeal okur, biriktiren bir okurdur: Bir kitabın her okunuşu anlatının anısına yeni bir katman ekler.
Her ideal okur çağrışımsal bir okurdur ve sanki bütün kitaplar yaşı olmayan, velut bir yazarın kitabıymış gibi okur onları.
Images

Aşk

 
Aşkın en saf hali diye başladı söze. Saf hali ne ki? Gel gör dedi üfledi. O üfledikçe bir nur peydah oldu, girdi gönlüme. Sesin böylesini duymamıştı kulaklarım. Öyleki sessizliğin içinden yayılıp bütün hücrelerimi kapladı. Hücrelerimi kaplamakla kalmayıp ruhumun içinde tıkanıp kalmış, ne varsa yıkayıp götürdü. O an kalbimin hafiflediğini nefesimin sakinlediğini bedenimin ötesini farkettim. Ben ben değildim başka bir şeydim, hissetmenin ötesi varlığın hafifliğini duyumsadım.

Üflemeyi bilmek gerek dedi, yüreğinle üflediğinde çıkardığın ses Aşk.

Duyduğun kamışın toprak altında kalmışlığının, güneşle boy almışlığının, rüzgara karşı duruşu, zamanı geldiğinde kendinden vazgeçip kuruyuşu ve yüreğiyle üflemeyi bilen dudaklara varışı vardır.

Yüreğimin atışını kulaklarımda hissetmekle kalmayıp, tüm hücrelerime yayılışını farkettim.

Saflığın ağırlığını ve bir o kadar hafifliğini işte o zaman yokluğumu ve yokluktaki varlığımı.

Aşkla varoldum, Aşkla yok oldum.

Nurten Yurt
Images

Kurban- Bayram- An

                                 

Yazşıyorum dedim ya. Yazamadan yaşar oldum. An da yaşanıyor her şey. Kendinlik dediğim o huzura kaçtığımda olup bitiyor işte. Kalemi kağıdı alıp, betimlemeye girmeye kalmıyor. Sonrası sözcük ayıklayıp okura kahramanı tanıtmak falan öyle gereksiz ki yaşanıyor.

Kendime kaçmıştım yine kurban bayramı 2.gün doğayla başbaşa derken karşı masada bir kız çocuğu ve genç bir baba. Çalan telefon zili, ilgi isteyen kız çocuğunun "baba" serzenişleri. Çalan telefon; "Allah rahmet eylesin abicim, bu mesleği seçiyorsan sonucu bu. Benim arkadaşlarım orada çarpışanlar, ben burada duramıyorum, çarşamba Ankaraya geçiyorum. Ne yapıp edip gideceğim, dönmem gerek içim almıyor, onlar orada şehit olurken ben burada kahroluyorum."
Sözcükler ağır yakışmıyor ortama, başımı çeviriyorum doğaya, yan taraftaki dikenli tellerin ardı orman. Ormanın içinde cip dolusu asker geçiyor. Gözlerim ağırlaşıyor, başımı kaldırıyorum gökyüzüne maviliklere.

" Baba baksana bana saklambaç oynayacaktık hani", " tamam canım bi dakka" " Bu günümü kızıma ayırdım abi, onunla olacağım gün boyu, akışına ne yaşayacaksak. tamam abi ben ismini yazdım arayacağım bildireceğim size, kaç gündür haber alamadım diyorsun, devrelerim var sorduracağım"

Önümde sayfa duruyor kalem yazamıyorum. Boş boş bakıyorum sayfaya sözcükler sıralanmıyor bir türlü satırlara avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum.

Gölgeler düşüyor günün üstüne saklambaç oynuyor baba kız. Ona kadar sayıyor çaresiz, şaşkın saklanan kızını arıyor. Kız koşup sobeliyor. Telefon sesi bölüyor oyunu.
 "Evet abicim, kim dedin tamam, yazıyorum adını soracağım haber alınca ararım"

"Baba, hadi ama"
 "Tamam kızım geliyorum"

Şaşkın çaresiz gözlerle göz göze geliyorum. Çantamı karıştırıyorum, bir ayna buluyorum, bir kaç renkli fasulye, ufak bir defter, bir kalem defterin içinden ufak çıkartmalar çıkıyor, çıkarıp veriyorum. Baba mahzun gözlerle
, "Dağdaki birliklerle uğraşmak daha kolay bazen o kadar çaresiz kalıyorum ki"
 "severmisin bunları ne dersin?"  Babasına bakıyor onay bekliyor. Teşekkür ediyorlar,
 "Oyalanır belki şu güneş çekilinceye kadar oynasa"

Masaya dönüyorum. Sayfaları çevirmek gelmiyor içimden, sözcükler ağır çok ağır soluyorum. Yüreğim ağrıyor, ormana dönüyorum, orman yeşil değil alev alev. Orman yanıyor, duman kaplamış her yanı güneşe dönüyorum. Koyu, dolu, dolu bulutlar yağmur, diyorum, yağmur !

Çakan şimşekler aydınlatıyor ortalığı, sayfalara dönüyorum. Sayfalar ıslak, sayfalar çamur, is ve yağmur.

Nurten Yurt
Images

Küççük Prens

 

Capitolün orta yerinde sayfalarına rastladım. Yüzyıl mı olmuştu gerçekten? Bir asır ne çok şeyi değiştirmişti. Yürüyen merdivenleri çıkarken yazdıkların nasıl da ışık tutuyordu zamana. Sayfalar ışıklı ekranlara dönmüştü artık. Çocukların hayallleri şablon olup belirlenmiş kalıplara yerleşmişlerdi.

Enstein ah einstein yüzyılın, buluşu ile insanlığa neler yapmıştın? Bilebilir miydi? Önleyebilirmiydik? Değişmeyen tek şey değişim deyip dönüşüyorduk bilinmeyen bir şeylere. Ya bu çocuklara ne yapıyorduk. Güzel şeyler diliyorum, olsun istiyorum. Kendi hayallerini, kendileri çizsinler istiyorum özgürce. Yazşasınlar dilediklerince.
   









Gülü camdan bir vazo içinde Küçük Prensin, gerçek bir gülün kokusunu bilmeden büyüyen bir nesil bu. Kokusunu bilmediğin gül, koyun ise sadece bir resim, yaşadıkları dünya şablonlardan ibaret.
   

Gökyüzündeki gerçek yıldızları görmek bir nimet artık. Öyle çok ışık var ki şehirlerde yıldızlar fosforlu tavan ışıklarından ibaret. Kitabın sayfalarını hissetmiyorlar çoğu ekran parmaklayarak geçiriyor ömrünü.
   
Pelerini sırtına geçiren her biri Prens, bütün bu Prenslerin gezegenleri çok uzaklarda. Kaçı bulup yakalayacak o gezegeni bilemedim. Gönlünün gezegenini paylaşanlar kazançlı olacaklar.
             

Kitabın sayfasında yazar diyor ki,

Hiç kimsenin kitabımı özensizce okumasını istemem doğrusu. Bu anılarımı yazarken çok üzüntülü anlar yaşadım. Arkadaşım koyunu ile beni bırakıp gideli tam altı yıl oldu. Onu burada anlatmaya çabalıyorsam, bu birazda unutmamak içindir. Arkadaşı unutmak çok üzücü bir şey. Herkesin arkadaşı olmamıştır. Arkadaşımı unutursam kendimi o, sayılardan başka bir şeye değer vermeyen büyükler gibi hissederim sonra.


Nurten Yurt
Images

Şehrin Kurtuluşu


Geldikleri gibi gitmiyorlar Atam.  Gitmedikleri gibi çok şey götürüyorlar.  Şehir artık bildiğin şehir değil. Aldı başını gitti.  Nerede başlıyor, nerede bitiyor meçhul.  Garip yaratıklar üredi.  Silahları o eski silahlar değil.

 Gemiler yok boğazda, bayrak sallanıyor burçlarda.  Lakin bir işgal var. Bu şehir o şehir değil. Karadelik gibi yutuyor insanı.  Hani yuttuğunu bir başka tükürüyor. Tükürdüğü asit gibi yakıyor, yok ediyor dolaştığı sokakları. Çürüyor içindekini çürütüyor, kokuyor bu şehir.

Bir yerden bir yere gitmek bir kaç gün sürüyor. İşin kötüsü bir türlü gittiğim yerleri bir önceki gibi bulamıyorum. Sabah geçtiğim yollar bir başkalaşıyor, kayboluyorum. Gayya kuyusu çekiyor, girdap sürüklüyor. Korkudan günlerce çıkmadığım oluyor kapı dışarı. Sesler tuhaflaşıyor, dinleyemiyorum.

Kulaklarımı tıkıyorum, gözlerimi kapıyorum. Yokmuş gibi yapıyorum. Soyutluyorum kendimi zamandan. Mekanın eskileri var onlara bakıyorum. Dantel gibi kıyıları yok boğazın. Bendeki son dantelin üstüne sıçan kediyide kovaladım. Kedileri nankör değil bonkör. Pamuğun köpek çeteleri son masum tepenin ardından aşıp gitti.

Köstebekler gibiyiz yeraltında, göremez olduğumuz güzellikleri gömdüğümüz mezarlıklarla.

Sanal bir şehir var hızla kayan bir türlü giremiyorum içine. Bazen bir surun dibine çöküp kalayım diyorum bırakmıyorlar. Sur da kalmadı ya şehrin kuleleri var camdan. Gökyüzüne ulaşan kubbeleri aşan.

Geçenlerde herkes birbirine girdi. Günlerce savaştılar ne için biliyormusun. Ağaç evet ağaçlar için savaşan insanlar varmış. Gittim, ya göremedim bir şey gözlerim ciğerlerim yandı. Ondan sonra çorap söküğü gibi söktüler şehri. Dönüşüyor şehir bilinmeyen bir şeye. Tren yolu yok artık şehirde rayların üstünde çürüyen vagonlar. Kullanılmayan limanlar. Şehre gelen tanınmayan yabancılar. Yabancılaşan başkalaşan şehir.

Sonra yağmur var, hortum var. Ara sıra dayanımıyor gördüklerine Taru çıkıp geliyor katıp götürüyor. Her gece yalvarıyorum Taru'ya o cam, çelik ve beton yığınlarını da beraberinde götür diye. Biliyorum bir sabah uyandığımda geldikleri gibi gidecekler.
 
Şehrime uyanacağım ben. 

Nurten Yurt