Images

Ruhun Kuytusunda


 Ruhun Kuytusunda ücra bir dağ tepesinde yıllar yılı amcalarının yaptığı işi devralıp Yahudi şehitliğinin bekçiliğini yapan iki kardeşin, Amalia ve Gad'ın hikâyesini anlatıyor. Kar fırtınalarıyla geçen uzun kış mevsimleri onları aşağıdaki dünyadan, ait oldukları toplumdan ve geleneklerinden koparır; bu kopma iki kardeşin başlangıçta sağlam olan iradelerini ve inançlarını zayıflatır. Yalnızlık ve birbirlerine duydukları sevginin ağabey-kardeş sevgisini aşarak arzuya dönüşmesi, onları utanç, pişmanlık ve korkuyla dolu bir yola sürükler. Dış dünyayı kasıp kavuran salgın ve felaketlerden uzak bir sığınak olan evleri bir süre sonra Gad ve Amalia'nın kendi vicdanlarıyla boğuştukları bir hapishaneye dönüşüyor.

 Dış dünyadan şehitliği ziyarete gelenlerin beklentileri ve şehitliğe bakış açıları onları insanları sorgulamaya ve amcalarının kişiliğinde insanların bakış açılarını, hayata tutunuşlarını irdelemeye yöneltiyor.

 Karakterlerin iç dünyasını ve hapsoldukları çıkmazı geçmiş anıları ve şimdiki zamanı ustaca kurgulayan yazar, insan ruhundaki derin ikilemleri etkileyici bir dille anlatıyor. Aharon Appelfeld yaşadıklarını, yazdığı romanlarda ustaca kurgulayarak sunmuş okurlara.
Images

Pereıra İddia Ediyor


  ‘Varlığımızın anlamını en derin ve genel bir şekilde belirleyen bağlantı, yaşamın ölümle olan ilişkisidir, çünkü varlığımızın ölümle sınırlı olması, yaşamın anlaşılması ve değerlendirilmesi için gereklidir.’
  
 Roman kahramanı Pereira genç Rossi ve Marta’yı tanıyıncaya kadar boşluktaydı,yalnızdı, amaçsızdı. Böyle geçen bir yaşamda insan ışığı görmediğinden, geleceği olmadığından, şimdiyi de karanlık yaşıyor. Pereira da bizeTabucchi’nin başarıyla tanıttığı gibi; sevinci olmayan, karanlık bir dünyada savrulup duruyordu. İşyerindeki kızartma kokulu giriş, sürekli limonata içmesi, omletle sınırlı beslenmesi, ölen karısının resmi ile konuşması, terli ve şişman görüntüsü okura mutsuz yaşantısının ayrıntılarıdır. Yaşadığı hayatta mutsuzdu, bir çıkış yolu aramıyordu. Yaşamı tek düze sürüp gidiyordu.

 Marta ve Rossi’ye yardım etmesi( bilinçaltında Rossi'yi olmayan oğlu ile özdeşleştiriyordu) içindeki cesaretin uyanmasına neden oldu. Doktor Kardoso yaptığı terapiler bilincini aydınlattı. Romanın sonunda ise bu zayıf, zavallı karakter bir kahramana dönüştü.

 Romanı tek bir cümleye indirgemek gerekirse yaşamın anlamını sorgulamak diyebiliriz.

Images

Yabancı


Albert Camus’nün Yabancı adlı romanının konusu ayrıksı bir bireyin toplumdaki yargılanışı ve bu yargılanma sonunda kendisini sorgulayışıdır. Mersault adlı başkahramanın annesi vefat eder. Mersault annesini cenazesine gider ve döndüğünde hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Sevgili bulur. Mersault komşusu ve sevgilisiyle sahile giderken komşusu Raymond’ın belalılarıyla karşılaşırlar. Sahilde oluşan gerginlikler sonucunda Mersault belalılardan birini öldürür. Bu cinayet sonunda Mersault mahkemeye çıkar ve iç hesaplaşmalar başlar.

Romanının teması; hayata, eylemlere, duygulara, çevreye, beklentilere ve insanın kendisine yabancılaşmasıdır. Yan izlekler; ölüm, umursamazlık, kabullenmiştik, yalnızlık, önyargıları sorgulayışı. Ayrıksı bireyin önyargılı toplumla çatışması da ana çatışmaya örnektir.

Sade ve tek düze anlatım ana karakterle özdeşleşmiştir. Karakter gibi beklentisiz cümleler kurulmuştur. Kahraman bakış açısıyla yazılmıştır, öznel bir anlatım vardır. Kahramanın gözünden aktarılmıştır, düşünceleri de bu şekilde yansıtılmaktadır. “Biraz hasta gibiydim, başımı alıp gideyim istiyordum…” Cümlesi kahraman bakış açısını gösterir.

Images

Yazılmayan Yarım Kalanlar

Yazılmayan, yarım kalan ne varsa ya yırtıp atacaksın, ya da bitireceksin. Bitirmezsen takip ediyor seni gizli bir gölge gibi, yakıyor acıtıyor alev rengi alazlarla. Celal onlardan biri işte dayanamadım yangınına tamamlayayım istedim hikayesini.

Sulukuleyi yazmaya gittiğimizde düşmüştü zihnime. Bütün o sokaklar boyu gizlice takip etmiş herhalde. Eski binaların kurt yeniği çerçevelerinden gördüğüm incir ağacı filizlerinde, kömür isi karışan havayı kokladığımda, en çok da İğde ağacını bulamadığımda duyduğum hüzün gibi oturmuş içime. İlk o sactan levhalarla çevrilmiş inşaat alanına bakmak için sacı esnetip kahve legoların diziminden oluşmuş tuhaf evleri görünce kırmızıya duyduğum acil ihtiyaçtan olacak, gelip dikildi karşıma.
        
                            
Kara kuru, kirli sakallı çenesi, elmacık kemiklerinin içine kaçmış gözlerinin ateşi kor gibi düştü içime. Kahverengi legoları oda görmüştü. Gözünün feri kaybolur gibi oldu, sendeledi. Düşmemek için sağ eliyle kavradı sacı. Belli ki o an orada değilde gençmişteki mahallesinin zamanında bir yerlerdeydi. Bedeni hırsla gerildi, sağ elini tüm gücüyle geçirdi saca. Sacın kenarından sızan kanın rengi değildi benim kırmızım. Daha çok gelincik tarlalarının kırmızısını yakıştırırdım Sulukuleye. Zihnimdeki Paprika'dan olsa gerek, biber tarlalarının ortasında kemanın çigan müziği ile çınladığı yıldız dolu gecelerin karanlığında kalmışım herhal.
   
Images

Okuma Edimi


  Okur Merkezli Alımlama Estetiğinin önemli kuramcısı W.İser’in ülkemizdeki temsilcisi olan Akşit Göktürk, bu anlayışın önemli bir kavramı olan Okuma Edimi (Faaliyeti) üzerinde şunları söyler: Okuma Edimi, okurun öznel geçmişi, şimdisi, geleceğiyle de ilgilidir….Gerçekte okur, kendi kişisel konumuna göre, duygusal yapısına, düşünsel yetisine göre göre okur bir metni. Bu açıdan bir bakıma, her okur kendini okur metinde.” “Ne yazarın özgeçmişiyle ilgili birtakım olguların metinde özdeşlenmesi, ne de okurun kendi yaşantılarını metinde bulması, kendi başına bir anlam taşır okuma ediminde. Ama bu tür özdeşlikler aracılığıyla metin, okurda belli bir alımlama biçiminin öngördüğü daha karmaşık tepkileri uyandırmaya başlar. Konuşan artık ne yazardır, ne de gerçek yaşam olguları. Metnin kendi kurmaca varlığıdır. Bu süreç sonunda kendisine yabancı birtakım gerçeklerle yaşantı biçimlerini de metnin aracılığıyla özümleyebilir okur. Onun metne katkısı oranında, metin de ondaki yaşantı birikimini belli ölçüde büyütür. Geleceğe bakışını değiştirir.

Bir sanat yapıtının, insan yaşamındaki aydınlatıcı işlevi de bu etkisinden kaynaklanır.” Bu kurama göre; her Okur, yazarı tarafından önceden biçimlendirilmiş bir kurmaca metinden, kendi birikimine, özel psikolojik yapısına ve içinde yaşadığı sosyal-kültürel duruma göre kavrayabildiği, düşleyebildiği ve yaratabildiği ölçüde metnin iletisini algılar.
Images

Mavi Sandalye



Eski tahta sandalyeyi mavi ye boyadım geçen gün. Kararan ahşabını iyi bir zımparaladım. Kurt yeniklerine macun tıkadım. Ahmet’in çakıyla kazıdığı tahtasına dokunamadım. Aldım fırçayı elime bir güzel boyadım. Bilirim seversin maviyi, gözlerinin rengi diye mi? Yoksa mavi gözler başka bir renklimi görür dünyayı bilemedim. Sahi sende söylemedin hiç. Mavi bir güzel kapladı ahşabın karasını, eskisini. Renklendi, yenilendi, Ahmet’in yonttuğu tahtaya merhem gibi geldi. Sanırsın senin bir nazarın oturdu ahşabına. Koydum balkonun köşesine, sakız sardunyanın yanı başına. O bile dayanamadı mavisine, bir sırnaştı. Baktım haftasına sarmalamış arkadan dalıyla. Birde pembelerini patlatmış dün sabah. Senin nazarına konan yeşil pembe bir kelebek ki doyamıyorum bakmaya.
Images

Görmek

 
 Gerçek bu kadar basit olamaz.  Bu basitliğin ardı sıra gider, arar veya yaratır sanat. Yaşamın tuhaflığı da burada başlar.  Yeni dünyalar yaratmak, aklın üstü ile mümkünmüdür?  Bu dünyaları yaratırken girdiğin ruh halleri ile basit dünya arasındaki çizgi bir an yok oluverirse işte eyvah!

Ben kalpten konuşan insanlar olduğuna inanırım.   Sezgilerimin çok güçlü olduğu gibi bir yanım vardı. Yanılmışım, bu da benim tuhaflığım.  Bazen yazdıklarımın ya da kurguladıklarımın gerçekliğinin içinde bulduğum anlar olur. Çıkmam gerek der çıkamam bu tuhaf kurgudan, insan kendi kendini kurguladığının içine hapsetmez.  Bu düpedüz aptallıktır. Olsa olsa romanlarda olur, roman değil gerçek desem kim inanır. İşte o bilinmezin içinde çıldırasıya hapsolursun.