Images

Ölüm bir varmış bir yokmuş


Thyke 12'nin toplantısına gitmek için otobüse bindiğimde, kalabalıktan tutunacak bir yer bulamadım. Yaşlı bir amca beni fark edip arkamdaki bir yere tutunabileceğimi söyledi. Döndüğümde biraz ileride oturan adamın kitap okuduğunu gördüm. Okuduğu kitabın biraz sonra tartışacağımız kitap olduğunu görünce şaşırdım. Adamın müzik aleti kutusunu gördüğümdeyse yok artık dedim, çaldığı aletin ne olduğunu,bir köpeği olup olmadığını öğrenmek için çılgınca bir merak duydum. Bu arada eflatun renkli zarfları alma işini bu güne bıraktığım için kendime kızdım. Kitabın tam ortasındaydı ve ineceğim sırada eflatun bir zarfı ona bırakmamın, kitabın o bölümüne geldiğinde suratını ne hale getireceğini düşündüm. Tüm bunlar olurken suratımın hali neydi bilmiyorum ama adam bana baktığında, çaldığı aletin ne olduğunu sormaya cesaret edemedim. Biraz sonra boşalan yere geçip oturdum ve yazmadıkça yazşamaya başlamanın keyfini çıkardım. Otobüsten indiğimde cesaret edip sormadıklarım için kendime kızdım.
Dilek Cafenin kırmızı suitinde Ayşe'yi buldum, Kırmızı Suit servise kapalıydı. Sehpaların üzerinde bir kaç seccade, koltuklar köşelerde, değişiklik sadece buydu. Ayakkabılarımızla girilebiliyordu, balkon tarafı açık olduğundan alt kattan görülüyordu, kapı yerine perde vardı. Yani ibadete uygunluğu tartışılırdı, kalabalıktan başka yerlerde uygun olmadığından Ayşe ile diğer arkadaşlara not bırakıp, Kafka cafeye doğru yol aldık.
Pali geldi, sonra Sevgi, diğer arkadaşımızd
Images

Kuzguncuk


Evvel zaman içinde, tabelayı gördüğümüzde bir masalın içine dalar gibi daldık. İkinci el eski giysiler satan dükkan sahibi sevgiyle karşıladı bizi. Koltukta yatan hasta köpeği okşarken, hikayesini anlattı bize .” Rosita olmak istedim”, çocukluğunda hayran olduğu kadını anlatırken,” bu aksesuarların çoğu onun taktıkları, kullandığı şapkalar.   Kullanırım bunları , onun gibi giyinir, Rosita olurum”. Olmuşmuydu bilmem Rositayı hiç tanımadım ki ben. Gri bir şapka aldım oradan Kuzguncuğu seksenli yılların grisiyle tanıdım ya. Çıkarken bu geldi aklıma, Kuzguncuk fısıldadı bir yerlerden gençlikte bıraktıklarını boğazın dalgalarına toplayabilirmisin yeniden. Evvel zamanın içindeyse, Hayal Kahvesi de Zahir olmuş bak. Hadi oradan dedim yeni dileklerim var sen onlara bak Havrana üç mum diktim, abdest alıp yenilendim.
An da durup görebilmeyi diledim, Evvel’i Zahir’i. Sonbahar yapraklarının savrulduğu Kuzguncuk sokaklarını saf bir sevinçle dolaştık üçümüz. Resimlerde hapsettik an’ları. Mor renkli vosvos, Zahirin bir başka köşesinden bostanı seyretmek. Eskicideki tozlu eşyaların hikayelerini merak etmek, yokuşlarından bakmak birde boğaza. Yıllar sonra Kuzguncukta koku değişti benim için sentetik bir gül kokusu kokmuştu Evvelden, başka kokular karıştı Home Made’den. Çakraların kokularını öğrendik, çektiğim kartla tepe çakram için gerekli kokuyu aldım. İşte yine aynı şeyi yaptım kokuyla çakramı açıp, gri şapkayı kafama taktım. Dilek ağacındaki dileklerden fal tuttuk. Sonrada saate bakıp kafenin yolunu.
Kafenin ismini görünce takıldım yine , Yazı dilemek, Zahir gerçekleşmekse, nokta Sitare’de belkide..

Nurten Yurt

Images

AŞURA


Kazan fokurdamaktaydı. Kaynayan kazanın içindeki fokurtular buğdayın dile gelmesiyle iyice arttı. " Bu çorbanın en güzeli benim, ben helmelen ip özümü salmasam bu kadar güzel olmazdı " Sıcağın etkisiyle orta yerinden çatlamış fasulye " hadi oradan asıl helmelenip tadını veren benim bu çorbaya." Kabarcığın puflamasıyla yüzeye çıkan nohut onları duyunca " ben varken sizde kim oluyorsunuz? Benim tadım'dır çorbaya tad katan." Şişmiş kuru üzüm pat diye lafa daldı. " Alt tarafı bakliyatsınız, benim tadım olmazsa hiçbiriniz bir işe yaramazsınız."
Images

SEN NE İSTERSE O SUN (10)


Boşluk uçsuz bucaksız, sınırsız bir boşluk vardı ekranda oyun başlamıştı. Son yarım saattir tuşların başında bekliyordu, midesindeki guruldamaları bile unutmuştu. Yinede kıl payı kaçırmıştı, ne olacaktı şimdi bu uzayı andıran boşlukta. Taş kesilmişti, ekranın karşısında bu boşluğa bir gök taşı yaraşır ya, gök taşı nasıl olunur?
Hilâl şeklinde bir ay olayım diye tuşlara dokundu, şöyle solgun bir ay kapladı boşluğun bir köşesini. Birkaç saniye içinde bir gök taşı görüldü irice ağır ağır süzülen ayın solgun ışığında ışıldadı. Bir astronot dönerek yol alıyordu yer çekiminin olmadığı boşlukta. Ay, gök taşı ve astronot ekranda yakın gibi gözükseler de oldukça uzaktılar birbirlerine. Ekranı göz kamaştırıcı bir ışık kapladı önce hiçbir şey göremedi, gözlerini kapatıp yavaş yavaş açtığında boşluğun diğer bir köşesinde ışığının yavaşça azaldığı bir yıldız gördü.
Images

Cihangir

Firûzağa! Firûzağa! Diye sokağı doldurdu, ürkek telaşlı ses. Şadırvanın su şırıltısına karışan ses yokuşlardan aşağı yuvarlandı, yuvarlanırken telaşı azaldı, yokuşun dibinde ürkekliği yok oldu. Yaşlı akasyanın asırlık bedenini kucakladı, çürümüş kofluklarını doldurdu. Sonbaharın savurduğu yapraklarla oynaştı. Eylül güneşinde gevşedi, ısındı, yumuşacık bir tona kavuştu.

Images

Çengelköy


Sen ne kadar planlar yapsan da, doğa dur der bir yerlerden insana. Yeşil çimenlerin üstündeki lodosun savurduğu yeşil yaprakları seyrederken, okulundan savrulan öğrencilerin çığlıkları karışıyordu trafiğin sesine. Adanın sessiz sakinliği yoktu Çengelköy’de. Boğazın hırçın dalgaları rüzgârla bir olup, yorgun kıyıları dövüyor, lodos yaşamla yarışıyordu adeta.Takılıp kalan bendim bu anın ortasında bir yerlere sanki zamanın içinde. Üç yıl öncesini anımsadım kahverengi ’de bizle olanları, çoğu bugün yoktu. Yeni katılanları izledim, coşkularına bulaştım, yolculuğun tadını duyumsadım.
Kırılan dallar savrulan yeşil yapraklar içimi acıttı, kızdım lodosa Eylülü göremeyen yapraklar adına. Şükrettim sonra daha nicelerine, Çınarlara dimdik ayakta olmalarına. İncir ağacının kırılan bir yarısı duruyordu kazılan toprağın üstünde, diğer yarısı lodosa inat yerli yerinde. Yaşamda böyle değil miydi zaten kırılıyorduk, kopuyorduk ama yola devam ediyorduk.
Planlar, programlar değişiyor, yolcular artıyor eksiliyor yaşam devam ediyordu. Yaşamla yazıyı sorguladığım anda, Ya(zş)ıyorum sözcüğünü buldum Çengelköy ün Lodoslu baharında.
Nurten Yurt

Mayıs 2013

Images

SEN NE İSTERSEN O SUN (9)

Kate Oslo üniversitesinde mimarlık okuyordu. Projesi onu oldukça uğraştırıyordu, ağaçların olduğu alandan bir otoyol geçirmesi gerekiyordu. Önce bunu bir tünel olarak çizmeye başlamıştı, karanlık onu bunaltınca vazgeçip, ağaçların üstünden geçirebileceği bir köprü çizmeye başlamıştı. Köprünün ayaklarına dolanan sarmaşıklarla tüm betonu yeşillendirdiğinde rahatladı. Şimdi daha çok beğendi renk ışık doğa olmalıydı, beton ve çelik aradaki detaylardı onun için. Çizim masasının ışığını kapatıp, diğer odaya geçerken radyoda Bocelli Ave Maria' yı yorumluyordu. Kahvesini alıp pencereden kampüse giden yolda sonbaharı karşılayan doğayı seyre daldı. Çocukluğu doğanın kucağında geçmişti, Oslo'ya ilk geldiğinde yadırgamış, gördüğü her ağaçla dost olmuştu.