Firûzağa! Firûzağa! Diye sokağı doldurdu, ürkek telaşlı ses. Şadırvanın su şırıltısına karışan ses yokuşlardan aşağı yuvarlandı, yuvarlanırken telaşı azaldı, yokuşun dibinde ürkekliği yok oldu. Yaşlı akasyanın asırlık bedenini kucakladı, çürümüş kofluklarını doldurdu. Sonbaharın savurduğu yapraklarla oynaştı. Eylül güneşinde gevşedi, ısındı, yumuşacık bir tona kavuştu.
Caminin taş duvarına çarptı, minareye doğru tırmandı. Salânın davudiliğine eşlik etti, bıraktı kendini boşluğa ferahladı. Sarmaşığın pürüzsüz yeşilinde kayganlaşıp, asırlık taş duvarın yosunlarının arasından sızan suda yıkandı. Diğer sokağa ulaştığında kedinin mırıltılarıyla kaynaştı, bıyıklarıyla oynaşıp, tüylerini okşadı bir süre. Müzenin kapısından girdiğinde meraklı bir tondaydı, eski kitapların sayfalarında hassaslaştı. Orhan Kemal’in keçi kılı battaniyesinin üzerine kıvrıldığında mahmurlaştı, uykuya dalacakken, Akordeonun sesini duyunca, açık pencereden fırladı telaşla. Körüğünü okşayıp, tuşların melodisiyle oynaştı.
Bozuklukların şıkırtısında çoğaldı, sayfaların hışırtısında huzuru bulup, kalemin fısıltıyla noktalandı.
Nurten Yurt
0 yorum :