Yazşıyorum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

Maya ve Ekmek

http://mutfakpenceremden.com/

Taşınmıştı Işıl, ilk atölyesine davetliydik, Rehan, Arzu ve ben. Salona açılan pencereli şirin bir mutfağı var, adı gibi Işıltılı. İlk olarak önlüklerimizi giydik, saçlarımızı örttük, ellerimizi yıkadık. Hazır toz maya ile Fırında Ekmek ve Ekşili Maya yapacaktık. Mutfak masasının üstündeki kaplarda unlarımız, ufak ölçeklerde, tuz, maya, bal malzemelerimizin hepsi hazırdı. Un özel bir karışımdı, köylerden getirttiği doğal un kokusu çocukluğuma götürdü beni. Işıl anlattı biz dinledik, bir taraftan unun oraya gelinceye kadar geçirdiği evreleri düşündüm ne emek. Sonra una malzemeleri koyup karıştırdık, elimizle yoğurmaya başladık. Uygun kıvama gelinceye kadar olan yoğurma işlemi parmak uçlarınızla hissedebileceğiniz bir zevk. Un kokusu sarmıştı mutfağı Işıl’ın anlattıkları ile üçümüz aynı anda, ekmek hamurunu olması gereken kıvama getirirken çocuklar gibiydik. Hamurlarımızı tepsiye koyup unladık, üstünü kendimizce süsleyip, önce yağlı kâğıt kapatıp, Işıl’ın getirdiği polar’la sarmalamayarak dinlenmeye bıraktık.

Biz dört kadın, Işıl’ın hazırladığı nefis kahvaltılıklar ve daha önceden yapılmış, tarçınlı, üzümlü cevizli, ekşi mayalı, bazlama ekmeklerin tadını çıkarırken, mutfak tepsisindeki ekmek hamurları poların ısısıyla mayalanıp kabarmaya başlamıştı. Masa başı sohbetine ara verip zamanı gelen ekmek hamurlarını fırına vermek için mutfağa geçtik. Rehanın zeytinli ekmeği ile aynı tepside olan defneli ekmeğim şımarıkça kabaran zeytinli ekmek tarafından tepsinin köşesine sıkışmıştı, yağlı kağıdı kaydırıp onu rahatlattıktan sonra sıcak fırına verdik ekmeklerimizi.
Images

Kelimelerle Oynayan Çocuk


Kara Kitabı okurken, sözcüklerin arasına saklanmış bir çocuk beliriverir zihnimde. Edebiyat dünyasının devleriyle korkusuzca oynayan bir çocuk. Bu yazı dünyasını iyi bilen, bildiklerini yıkıp yeni dünyalar kurmaya korkmayan bir çocuk. En olmaz şeylerin bile var olabileceğini, hikayelerle kurgulayan. Elindeki fırçanın renkli sözcükleriyle okurun dünyasını üç boyutlu bir hale getiren, aydınlatan, tam aydınlattığı yerde karartan, kelimelerle saklambaç oynayan bir çocuk.


Batı Edebiyatı ile büyüyen, Doğunun eserleriyle batıda karşılaşıp şaşıran yazarın, kendi sesini bulma uğruna okuyucuyu şaşırtmak için giriştiği bir oyun. Paletindeki ana renkleri Şeyh Galip'in Hüsn-ü Aşk'ı ile Proust'un Albertine Kayıp adlı eseri olan, ara renkleri Binbirgece Masalları, Mesnevi,İlahi komedya, Mantıku’t Tayr, Karamazov Kardeşler, v.s. Kendi dolma kalemi ile renklerini karıştırıp, Alaaddinin Cininden üç dilek dileyen bir çocuk.


Doğup büyüdüğü şehrin sokaklarını kendi sözcükleriyle yeniden inşa eden, kurduğu öykülerin okuyucuya düşündürdükleriyle, sözcüklerle resmetme hayallerini gerçekleştiren bir çocuk.
Images

Uzak ve Yakın



Bir sonbahar yağmurunda akasya ağacının dalında asılı salıncakta. Her volan vuruşumda uzak ve yakın ve dalların her sallanışında, yüzümü okşayan rüzgarla sarı hışırtılı yaprakların yağmurunda sen varsın karşımda uzak ve yakın. Çınarların altında bir kitap var elinde, yanında bir köpek seyrediyorum uzak ve yakın. Sayfaları her çevirdiğimde ardı sıra sözcüklerle gelen sen varsın uzak ve yakın.

Sayfaların açılıp kapanışında ve ben her volan vuruşumda, dalların her sallanışında yağan sarı hışırtılı yağmur altında ben, sen varsın çınarların altında uzak ve yakın.

 Şimdi sözcükler var birde görüntün uzak ve yakın.
Images

Şükür

En olmadık anda başımı kaldırdığımda o tablo var ya. Sığındığım soluk aldığım, tablodaki varlığıma şükrettiğim nokta. Yaşamak en güzel hediye gerçekten hissedebilmek tüm varlığınla. An da olmak ve hissetmek teşekkürlerin en güzelini yaşamak. Ne olduğunu ne olabileceğini bilmek, sözcüklere sığdırılamayacak ancak yaşandığında işte bu denecek ifade. Görebilmek, hissedebilmek, dilemek edimlerin en güzeli.
Images

O zamanlar


O zamanların en korkunç anlarından biriydi, sadece benim için değil tüm şehir için yaşanan panik ve korku. Onbeş kasım 1979 perşembe sabahı saat beşi yirmi geçe korkunç bir patlamayla fırladık yataklarımızdan. Kanlı 1Mayıs'tan beri iki yıla yakındır sürekli diken üstünde yaşayan her gün taranan kahvehaneler, ölen gençlerimiz korku kültürü ve boom sesiyle uyanan İstanbul. Alevler içinde bir boğaz ne olduğunu bilmiyorduk, ağaran günle birlikte alevlerin simsiyah dumanı tüm gökyüzünü kaplamıştı. Ham petrol yüklü Romen gemisiyle, Yunan gemisi bula bula çarpışacak yer olarak boğazı seçmişti. Günlerce yandı denize dökülen ham petrolle birlikte. Her bir yerimizi kapladı o dumanlar hiç bir zaman eskisi gibi olamadık, net göremedik, algılayamadık. Mış gibi yaşadık işte seksen Eylülü ile son sonbaharı da yaşadık. Sokağa çıkma yasağı diye saçma bir yasak çıkarıp bir maşrapaya mahkum ettiler.

Yanan kitapların dumanı İndepentenin 95000 ton ham petrolünden ağır oturdu zihinlerimize. Kıyılan gençlerimiz kahraman oldu dillerde.. Pırtlatan balı yazan hapislerde,neler oluyordu neden? Bahçeler yavaş yavaş yok olmaya duvarlar yükselmeye başladı.
Images

O zamanlar



Biberon um vardı elimden düşmeyen cam bir şişe ve ona takılan kauççuk emzik. O zamanlar balık yediğimizde süt içmek için aradan dört saat geçmesi gerekirdi. Düşünün balıkların taşıdığı proteini ya da süt lerin gerçekçiliğini, aynı anda yersek protein fazlalığından zehirlenip hastanelik olabilirdiniz. biberondaki sütü içme zamanı bir türlü gelmezdi, ya da annem biberonu bırakmam için özellikle uzatırdı o zamanı.Yatağın üstünde tepinip biberon um diye tutturduğum kareler kalmış aklımda, bir de biberon memesi yüzünden olması muhtemel ön dişlerimin birbirine değmediği çene yapım. Annem kabus gibi anlatır bir geceyi, o zamanlar elektrikler çok sık kesilirmiş. O geceler den birinde komşu ile sohbete dalmış, İlhami benzeri bir kedimiz varmış, benim biberon memesini parçalamış. Bir buçuk yaşlarında beni susturamayınca memeyi kaynatıp iplikle dikmeyi bile denemiş de kandıramamış. Bir iki çekip iplikleri hisseden damağımdan basarmışım yaygarayı. Nasıl bıraktım o biberonu hatırlayamadım, bıraktır ana bir sorayım ileride yazarım.
Images

O zamanlar

Bermuda Şeytan Üçgeninin meşhur olduğu zamanlarda benim Akasya üçgenim vardı. Zamanımın çoğunluğu bu Akasya üçgenine kurduğum salıncaklarda geçerdi. Henüz Pisagoru tanımamış bağlantılarına takılmamıştım. En mutlu anlarım, yatma salıncakta boşlukta sallanırken sayfaların arasında geçerdi. Mandrake ile aynaların arkasına geçer, Kızılmaskeyle Bengal ormanlarında dolaşırdım.

Panoramamda Boğazın, Haydarpaşanın, Sarayburnu'nun silueti vardı. Mevsimine göre, Leylak, Gül Hanımeli, Akasya, Ihlamur,İğde, Katırtırnağı, Adaçayı koklardım. Tuğcu'nun beslemelerine üzülür, Anasının kuzusuna ağlardım. Hatıramda kalan ilk köpeğimin adı Kalemdi. Sarısaçlı mavi gözlü dev gözlerinin kalemle çekilmiş kadar güzel olduğu için koymuş bu ismi. Sütlü kahve rengi kalem yeşil çimenlere değen memeleriyle emzirirdi yavrularını ve o gözleriyle öyle bir bakardı ki onlara hala hatıramda. Çatı katındaki yatağa uzanıp uykuya dalarken yanımda kedim olurdu. Beyaz tüy yumağının adı Pamuktu. Onun mırıltılarıyla tavandaki çam tahtaların budaklarının şekillerine takılır. O şekillerin girdabında uykuya dalardım.
Images

Bilinmez


Galiba ben seni özledim, neyimi ? Bakışını belkide, yada hani varoluşunu. Gölgen düşerdi geceye titrerdim. Karanlığı aydınlatan yıldızlar gibiydin, solgun ay dururdu bir köşede, sen çıka gelirdin, kutup yıldızı ışığınla. Gecenin ıssızlığı kaybolur, üşüyen bedenim ısınırdı. Yüreğim serçe yüreği misali pır pır eder, sen gelirdin yalnızlık giderdi.

Gelen sen miydin? Zihnimin gördüğü hayal mi, neydi sana giydirdiğim sıfatlar, Cemâlinde görüp yücelttiğim. Sen neydin sen? Kalemtraşmıydın? Silgimi? Bilmem? Sen yazardın, ben silerdim. Kütleştiğinde yonttuğum. İncelince başkalaşırdı sözcüklerin, sivrilir yüreğimi acıtırdı. Kütleşmeye en yakın zamanın, belki de en yumuşak anındı. Ben seni mi, sendeki benimi, anın büyüsü mü, ya da duygularımı bilmem ama bir şeyleri özlediğim kesin. Belki de ben bir bilinmezi özledim.
Images

Ölüm bir varmış bir yokmuş


Thyke 12'nin toplantısına gitmek için otobüse bindiğimde, kalabalıktan tutunacak bir yer bulamadım. Yaşlı bir amca beni fark edip arkamdaki bir yere tutunabileceğimi söyledi. Döndüğümde biraz ileride oturan adamın kitap okuduğunu gördüm. Okuduğu kitabın biraz sonra tartışacağımız kitap olduğunu görünce şaşırdım. Adamın müzik aleti kutusunu gördüğümdeyse yok artık dedim, çaldığı aletin ne olduğunu,bir köpeği olup olmadığını öğrenmek için çılgınca bir merak duydum. Bu arada eflatun renkli zarfları alma işini bu güne bıraktığım için kendime kızdım. Kitabın tam ortasındaydı ve ineceğim sırada eflatun bir zarfı ona bırakmamın, kitabın o bölümüne geldiğinde suratını ne hale getireceğini düşündüm. Tüm bunlar olurken suratımın hali neydi bilmiyorum ama adam bana baktığında, çaldığı aletin ne olduğunu sormaya cesaret edemedim. Biraz sonra boşalan yere geçip oturdum ve yazmadıkça yazşamaya başlamanın keyfini çıkardım. Otobüsten indiğimde cesaret edip sormadıklarım için kendime kızdım.
Dilek Cafenin kırmızı suitinde Ayşe'yi buldum, Kırmızı Suit servise kapalıydı. Sehpaların üzerinde bir kaç seccade, koltuklar köşelerde, değişiklik sadece buydu. Ayakkabılarımızla girilebiliyordu, balkon tarafı açık olduğundan alt kattan görülüyordu, kapı yerine perde vardı. Yani ibadete uygunluğu tartışılırdı, kalabalıktan başka yerlerde uygun olmadığından Ayşe ile diğer arkadaşlara not bırakıp, Kafka cafeye doğru yol aldık.
Pali geldi, sonra Sevgi, diğer arkadaşımızd
Images

Zweıg'le Starbucks'ta Satranç



   Soğuğun böylesi görülmemişti uzun süredir bu mevsimde, hem ne vardı yana yakıla o kitabı arayacak, Bozkır Kurdu'da bozkırında kalsaydı ya. Bilmem kaçıncı sahafta çalan telefonun melodisi, adrenalini neden hissettirir ki? Bekleteceğin in Zweing'e dönüşeceğini bilse, birkaç sahafı es geçerdi belki de. Olsun beklesin koskoca bir Eylül'le baş etmişti birkaç dakikanın sözümü olurdu. Rakibin inatçılığı, kafasındaki sorular, cevabı bulabilecek miydi? Yedinci sahafta kitabı bulup Starbucks'tan girerken logosundaki karakterle uyumunu düşünürken yakaladım kendimi, Starbucks ada olarak daha anlamlı oluyordu.
Images

Kitap


Dün sayfanın bir paragrafında hiç de beklemediğim bir anda C nin ağladığını gördüm, şaşırdım. C bu nasıl ağlar hemde hiç beklenmedik bir cümlede. N nin coşkuyla dolu paragrafının orta yerinde kullandığı cümlelerin C nin kendi sayfasındaki paragrafı farklı şekilde oluşturan cümleler olduğunu anladım.

Sonra tüm harfler bir araya geldik, bir sayfada, belkide bir paragraftır sadece ne fark eder? Ortaya çıkan metnin muhteşemliği önemli olan. Sonra , koyduk . vardı. ! çoğunluktaydı, kimi zaman? leri zamanı size bırakmayıp yaşadık. ... larla uzadık ( lar açtık kapatamadığımız. Cümlede yerler değişti, paragraflar yenilendi. Sayfa bir sonraki sayfanın ilk cümlelerine tanıklık etti. Sararmış bir sayfadan bir şeyler silindi, mürekkebi saf cümleler oluştu.
Images

Yaşamak güzel şey

Bilgisayarın başında ekranı tararken, sözcüklerin arasından toprak ve sıcak çam kokusu gelince burnuma dayanamadım. Ormanın hemen yanındaki parka çıktım, hazanda dayanamamış salmıştı gözyaşlarını. Islak toprak ve ferahlamış çam kokuları çektim içime. Ormanın yanı başında yürürken Nazımın dizeleri geldi aklıma "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine" dizelerini düşünürken, orman sayfalarını açtı bana "oku" dedi.

Çam ağacına sarılmıştı sarmaşık, delicesine tutkuyla, varamayacağı yerlere varmıştı onun sayesinde, ormanın sıklığından ulaşamadığı güneşe ulaşmıştı ya. Çam sararıp solmaya başlamıştı, sarmaşığın kökleri ve yapraklarıyla kaplı bedeninde kendi soymuğundan, sakızından eser kalmamıştı. Kendi varlığını sürdüremeyen çam yaşamaktan vazgeçip ölümü seçmişti. Bakımsız orman kendi kendini yenilemeyen bir hale gelmişti, fırlatılmış pet şişeleri arasına biri astım ilacı tüpü bile atmıştı da nefes almakta zorlandığında onu kullanır her hal.
Images

Söz Vermişti

Kahretsin diye söylendi. Tamam söz vermişti yapacaktı bunu ama böyle değil, o bir sahil kasabasında plaja giderken gökyüzünden ve asfalttan yansıyan ateşten usanmış. Biraz ötede hızla geçen motorun rüzgarını hissedince, bir gün hiç tanımadığı bir motorcunun arkasına binip hızla yol alacağı için söz vermişti. İstanbul'un orta yerinde otobanda, kasksız, hemde onunla olacak iş değildi ya. " Korkma" dedi bu kez ama, O değil, içindeki ses.

Images

Ya(zş)amamak

Kahrolası kahramanı nereye yerleştireceğini bilemiyordu bir türlü. Aslında hiç de yeri yoktu, bu kadar ilerlemişken nasıl sokacaktı romana onu. İşin kötüsü bir kitabın sayfasından değil, yanlış girilen bir sokağa açılan diğer karanlık bir sokaktan küt diye çıkmıştı karşısına. Aslında takmazdı kafasına ya söylenmeyecek kelimeyi söylemiş dalına basmıştı bir kere. "Korkma"

Images

İlmikler



Kahrolası ilmikler bir türlü durmuyorlardı şişin üzerinde, her defasında şişin ucundan kaçıyorlar o ise bunu ancak çok sonra fark ediyordu. Motifin bir yerlerinde yanlış yapıyor, renkleri istediği gibi kullanamıyor, ilmiğin biri hep kaçmış oluyordu.

 O da şişi ilmiklerin arasından çekip çıkarıyor, söküyordu ve tekrar sarıyordu yünleri. Yeşilleri, sarıları,kırmızıyı, pembeyi, beyaz az kalmıştı, siyah hep fazlaydı nedense.Pembeyle ilmekler atıp örüyordu, motifler oluşuyordu pembe beyaz seviniyordu. Sonra nereden çıktığı belli olmayan siyah ilmekler beliriyordu aralarında, ilmekler kaçıyordu şişin ucundan. Çekiyordu şişi ilmiklerin arasından söküyordu ördüklerini yeniden sarıyordu yünleri.

Sarı yünü örerken güneş doğuyordu, ısıtıyordu içini, seviyordu sarılar gittikçe kahverengine dönüşüyor. İçi bunalıyor sevmiyordu kahverengini zaten birkaç ilmekde kaçıyordu aradan çekiveriyordu şişi. Maviyi örüyordu bu kez gökyüzü geliyordu aklına sonra deniz, mavinin arasındaki beyaz ilmiklere, dalgalar diyordu, bazende bulut oluyordu çoğalırsa. Derken mavi grileşiyordu, gri koyulaştıkça içi doluyordu, bunalıyordu. Siyahlar beliriyordu, siyahı hiç sevmiyordu. İlmekler yine kaçıyordu şişi çekip yine söküyordu ilmikleri.

Yeşili takıyordu şişlere ilmek ilmek, bahar geliyordu aklına, hayatındaki baharları örüyordu tek tek. Yeşilin aralarına beyaz tomurcuklar dolduruyordu öbek öbek. İlmek deki ipler sararıp kızıllaşıyor siyahlar üşüşüyordu yine sevmiyordu siyahı, çekiyordu şişi ilmiklerin arasından söküyordu tek tek.
Son zamanlarda sadece bunu yapabiliyordu örgü örmek, zihnide tıpkı bu ilmikler gibi ona oyun ediyordu. Bir gelip bir gidiyordu, birileri ona oyun ediyor ipi çekiyor hatıralar bir bir sökülüyordu zihninden. Alzheimer demişti doktor ne demekse, inatla direniyordu vazgeçmeyip örecekti.
Şişlere baktı, sonra yanındaki rengarenk yumaklara turuncuyla attı ilmekleri sabah güneşini doğuruyordu ilmek ilmek, maviler geldi sonra aralarında beyazlar, lakin lacivertte batıyordu güneş, siyah ilmek ilmek siyahı istemiyordu. Çekiverdi şişi söktü ördüklerini tek tek.

Nurten Yurt


 
Images

Size bıraktım

Boşluk, tarifi imkansız bir boşluk vardı. Zamanın olmadığı her yeri kaplayan bir boşluk, bir şeyler yapmalı bu boşluğu doldur malıydım. Birden peydah oldular, ne olduklarını anlamlandıramadığım şekilller. Zamanın olmadığı bu boşlukta, bir şeyler yapmalı, bu şekillerle bir anlam yaratmalıydım.

Ne idüğü belirsiz şekillerle, geometriden yararlanarak boşluğu doldurmaya çalıştım. Tüm şekilleri denedim, üst üste koydum, yanyana dizdim, karıştırdım olmadı. Bildiğim tüm geometri şekillerini denedim, ne bir üçgen oldular, ne kareye benzediler. Küp, piramit, beşgen, sekizgen,daire nafile hiç bir şekle girmediler. Hatta bu boşlukta zamanda yok ya yeni bir şekil bile keşfetmiş olabilirim. Anlamsız boşluk öylesine duruyordu, şekillerde, belki de suçlu zamandı.
Yılmadım uğraştım, acıktığımı hissettim, ne yani zamansız boşlukta acıkmaz mıydı insan? Koca bir ateş yaktım, bir de tencere belki bu şekilleri pişirip açlığımı gidere bilirdim. Tüm şekilleri tencereye attım, suyunu, yağını, baharatını da kattım, tuzladı m. Tadına baktım hiçbir şeye benzememiş, kimi boğazıma takıldı, kimi katır kutur bir işe yaramadı. Açlığım la baş başa koca boşlukta bir işe yaramayan şekillerle zamansızlıkta.
Sessizliğin farkına vardım, belki bir ses, melodi duysam dolacaktı bu boşluk. Şekilleri alıp birbirine sürttüm, üfledim, vurdum, her yolu denedim çıt bile çıkmadı. Boşluk gittikçe büyüyordu, zaman da yoktu, hiçbir anlam katamıyordum bu şekillere.
Hemen bir şeyler yapmalıydım boşluğun beni yutmasından korkuyordum. Eksem çiçek olabilirler miydi, kök salabilirler miydi bu boşluğa. Şekiller umutsuzluğumu körüklüyor, boşluk gittikçe büyüyor, zaman yok. Çıldırmanın eşiğine gelmiştim ki, bu şekillerle yapabileceğim en anlamlı şeyi yaptım.
-Efendim ne dediniz? Zaman mı?
-Zamanı size bıraktım...

Nurten Yurt.
Images

Haluk'un bayramı

Baban diyor ki: 'Meserret çocukların, yalnız

Çocukların payıdır! Ey güzel çocuk, dinle;

Fakat sevincinle

Neler düşündürüyorsun, bilir misin? ... Babasız,
Ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Sıyah-ı mateme benzer terâne-i îdi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar, biraz da şu öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin
Şu ru-yı zerd-i sefalet... Evet meserrettir
Çocukların payı; lâkin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim, ağlıyor... Halûk, dinle!
Tevfik Fikret
Bayram deyince aklıma bu şiir gelir nedense, herkese iyi bayramlar dileğiyle..



Images

ÖZLEDİM

Bir paket sevgi çıkagelir kırk yıl sonra tam da en ihtiyaç duyduğun anda. İstemezsin, kızar, öfkelenirsin hatta deneyimli sindir, kaybedersen çekeceğin acıyı bilirsin. Farkında olmadan bağlanır, seversin hatta onun mırıltıları olmadan nasılda uyumuşum diye düşünürsün. Kırk yıl öncesi masum çocuk uykularının tadını bir tüy yumağının verdiği huzuru hatırlarsın. Sonra küt yine aynı masal bırakıp gider seni, acıdan uyuyamazsın, onu bulmak için her yolu dener, mecnun bir halde insanların alaycı bakışlarına aldırmadan pisi, pisi Mülayim diye her köşe başına, kuytulara seslenirsin.

Images

Yaşamak bir uçurumun başından geçen daracık bir yol

Sizduygularınızın kölesisiniz herkes gibi. Ama size hükmeden bu duyguları tanıyamaz, ne zaman, nerede, nasıl ortaya çıkacağını bilemezsiniz. Bir aşk, bir öfke, çıldırıcı bir kıskançlık, dayanılmaz bir özlem, bazen karanlıkların içinden çıkıp sizi esir alabilir. Bazen bir başka insan için kendinizden vazgeçebilirsiniz.bazen öfkeyle kamaşır içiniz.


Yitirmenin ne olduğunu biliyorum.
Yaşadığımız aşklar hayatımızı değiştiriyor. Yapılan hatalarda değişen hayatı bir kez daha değiştiriyor. Savruluyoruz…
Hayata ne ile başlarsan başla elinde çok az şey kalıyor. Gurur ve aptallık. Kaç kez yaşadığımız anın değerini bilmediğimiz için geleceği reddetmişizdir, kaç kez kıymetini anlayamadığımız bir anda yaşadığımızdan çok parlak olabilecek bir geleceği elimizden kaçırmışız.”
Woolf’tan Alıntılar:
♦ Bir kadın olarak, ülkem yok. bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. bir kadın olarak, bütün dünya benim ülkem.
♦ Hayatın yüzüne bak. Her zaman hayatın yüzüne bak. Ne olduğunu bilebilmek için, sonunu bilebilmek için, onu olduğu gibi sevebilmek için hayatın yüzüne bak!..
♦ Kadın kalbi mezar gibidir; Giren dışarı çıkmaz.Erkek kalbi bakkal gibidir; Giren çıkanın hesabı olmaz.”
♦ Herkes kendi geçmişini, kalbiyle bildiği bir kitabın sayfaları gibi kapalı tutar ve dostları sadece onun başlığını okuyabilir.
♦ Zaman direklere çarpar. Kalakalırız. Duygudan yoksunuzdur, insanın gövdesini ayakta tutan, artık alışkanlıkların iskeletidir. O da bomboştur zaten.
♦ Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin!..
Gerçek filozof kürkünü kaybeden; ama pirelerinden kurtulandır.
♦ Aslında yalnızca yaşadıkları anın tadını arttıracak kadar bir incelik, bir bağlılık, bir sevecenlik vardır insanlarda. Sürüler halinde ava çıkarlar. Çölü tarar, haykırarak dalarlar bozkıra. Düşenlere dönüp bakmazlar bile. Yüzlerinde alçıdan maskeler vardır.”
♦ Hepimiz birer mahkum değil miydik? Geçenlerde çok iyi bir oyun okumuştu, oyundaki adam hücresinin duvarına bir şeyler çiziyordu, hayat da böyleydi işte. Boyuna duvara bir şeyler çiziyorduk.
♦ Ne tuhaftır, insan çoğu kez postadan önemli bir şey çıkmayacağını bilir de yine dört gözle mektup bekler.
♦ Kadınlar erkekler gibi yazıp, erkekler gibi yaşar ya da erkeklere benzerlerse, çok yazık olur, çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesiyle nasıl idare ederiz?





Kaynak: cafrande.org
Images

Ne kadarını siz yazdınız?


Okuduğum son kitaptı herhalde neden, zihnimde bir şeyleri tetikleyen, geçmişe, geçmişteki özlemlere dokunan birçok yazarın kaleminden tanıdığım uzak bir mekanın, aslında o kadar da uzak olmayan bendeki yakınlığı çıkıverdi ortaya.

Yoksa durup dururken tamda İstanbul’un orta yerinde Metronun merdivenlerinin Budalanın satırlarına, döndüğüm her dönemecin paragraflara, metro’ya bindiğimde’de Mişkin’e dönmezdim herhalde.. Dosteyevski’nin uzun mahkum hayatından sonra özgürlüğe duyduğu özlemse Prens Mişkin’i rusya’nın trenleriyle, tüm davetlerinde gezdiren, topluluklar içinde müthiş bir zekaya sahipken hep budalalığını hissettiren..Ya ben, ben neresindeydim hayatın? Budaladan yirmiüçyıl sonra hala kendimi Mişkin gibi hissetmeme neydi neden?