Bermuda Şeytan Üçgeninin meşhur olduğu zamanlarda benim Akasya üçgenim vardı. Zamanımın çoğunluğu bu Akasya üçgenine kurduğum salıncaklarda geçerdi. Henüz Pisagoru tanımamış bağlantılarına takılmamıştım. En mutlu anlarım, yatma salıncakta boşlukta sallanırken sayfaların arasında geçerdi. Mandrake ile aynaların arkasına geçer, Kızılmaskeyle Bengal ormanlarında dolaşırdım.
Panoramamda Boğazın, Haydarpaşanın, Sarayburnu'nun silueti vardı. Mevsimine göre, Leylak, Gül Hanımeli, Akasya, Ihlamur,İğde, Katırtırnağı, Adaçayı koklardım. Tuğcu'nun beslemelerine üzülür, Anasının kuzusuna ağlardım. Hatıramda kalan ilk köpeğimin adı Kalemdi. Sarısaçlı mavi gözlü dev gözlerinin kalemle çekilmiş kadar güzel olduğu için koymuş bu ismi. Sütlü kahve rengi kalem yeşil çimenlere değen memeleriyle emzirirdi yavrularını ve o gözleriyle öyle bir bakardı ki onlara hala hatıramda. Çatı katındaki yatağa uzanıp uykuya dalarken yanımda kedim olurdu. Beyaz tüy yumağının adı Pamuktu. Onun mırıltılarıyla tavandaki çam tahtaların budaklarının şekillerine takılır. O şekillerin girdabında uykuya dalardım.
Komşu arkadaşlarımın anne babası ayrıydı. Annelerini göremezlerdi, Babaları başka bir kadınla evliydi, Dedeleri ve Nineleriyle yaşarlardı. Hafta sonları üvey anneleri gelirdi, camdaki sekiye oturur eline bir terlik alır, arkadaşım ve ablaları sırayla açık camın önündeki balkonun üstündeki cama abanmış Hayriye Teyzenin elindeki terlikten hafta içindeki yaramazlıklarının payını alırlardı. Külkedisinin annesi belkide bu yüzden çok korkunç gelmezdi gözüme.
Otuzaltı dönümlük bahçede Tropikal meyve ağaçlarının dışındaki tüm ağaçlar vardı. Koca ağaçların bir ikisi hariç hepsinin dallarında geçti çocukluk yıllarım. Hiçbirinden düşmedim, salıncaklar kurar, volan vurur boşlukta uçardım. O boşluklar rüyalarıma girer kabusum olurdu kimi zaman.
Elmanın altında uzanmış yatan bir adam vardı korkuyla yaklaştığım. Koltuğunun altında bir köpek yavrusu, diğer elinde gazete kağıdıyla sarılmış bir şişe uyuyordu. Annem çocuklara sormuş soruşturmuş, eşine haber yollamıştı. Kadıncağız gelip zorlukla yarı ayılt tığı adamı sürükleyerek götürmüştü. İlk öyle tanımıştım Çepin amcayı, adı küçük kardeşim Çetin diyemediği için benim için hep öyle kaldı. Tuğcunun romanlarındaki ayyaşları sevmesem de ben onu çok sevdim. Tanrı istemezse insan ölmezmiş çalıyordu onu kaybettiğimiz günün gecesinde..
Bahçenin altından geçen yolun altı alabildiğine çilek tarlasıydı. Yeşil bir örtü ve arada göze çarpan kırmızılar Van Gogh bile çizemezdi o tabloyu. Tabloda tarlanın sahibi Yusuf amca ve emektar eşşeği vardı eşşeğin iki yanındaki sepetlere önce incir yaprağı koyar sonra dizerdi. Yapraklar çilekleri korur, rahiyasını saklardı. Belkide bu yüzden son yirmi yıldır çilek değil plastik bunlar yemeyin demem.
0 yorum :