Images

Araftaki Şehir

 Ey şehri İstanbul!  

Sana bir tepeden bakamıyorum artık, bu kadar büyümek
Büyüklenmek sendeki kusur.
Tarumar olmanın adı, belki de insafsızca sahiplenmek
Zamanın kifayetsiz yöneticilerinin elindeki pul
Rüzgarın kesik, beton ve çeliğe teslim, yeşilin tarumar,
Deniz yutamıyor zehrini kusmakla
Paylaşamadılar bir türlü, rantını, bahtını satmakla
Fethin Beşyüzaltmışsekizinci yılında, fethedilmemiş yüreklerin yangınında
Terkedilmiş, bilinmezliğin rıhtımında, sokaklarını sahiplenmemiş
 Benim diyememiş, yitip giden kuşağınla Araf'tasın
Silkin artık kendine gel, yenilen zira kimsenin elinde değil artık
Arşı alaya değdi zülüm,
Tozun dumana karışıp gerçeğin ne olduğunun bilinmediği gün 
Nazarımda ve zamanında dünya başkentidir aziz İstanbul.
Doğduğu şehrin dönüşümüne yüreği acıyan aciz bir kul. 

Nurten Yurt

Images

ESKİDEN

ESKİDENDİ, ÇOK ESKİDEN


Hani erken inerdi karanlık,

Hani yağmur yağardı inceden

Hani okuldan, işten dönerken,

Işıklar yanardı evlerde,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,

Mevsimler kimseyi dinlemezken..

Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,

Hani oyunlar tükenmemişken,

Henüz kimse bize ihanet etmemiş,

Biz kimseyi aldatmamışken,

Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,

Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,

Daha biz kimseye küsmemiş,

Daha kimse ölmemişken,

Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski

Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden

Geçen geçti,

Geçen geçti,

Geceyi söndür kalbim.


Murathan Mungan


 Eskiden periler uçuşurdu gözlerinde, kanat çırpınışlarını görürdüm. Çarpılırdım, ışığına kapılır, donakalırdım. Görmez oldum sonra, ışığın köreltmesi dedim. Donuklaştı gözbebeklerin. Akan gözyaşlarımı yok etti perileri. Perilerin kanatlarımı ağlattı seni bilemedim. 

Eskiden ışıklar karanlığı aydınlatır, gönlümü açardı. Baktıkça bakasım gelir, ileriye doğru açılırdı dehlizler. Korkusuzca yürürdüm. İlk ne zaman acıttı bilemedim. Görmek istemediklerimi, gördüğümde ışığın karanlığında yürüdüm. El yordamı, bilmediğim karanlık aydınlıklarda. Sığındığım yalnızlıklara. 

Eskiden tılsım gibi gelirdin. Bakardım yüzüne, sıkıntım uçar giderdi. Derdim tasam biterdi. Konuşurdun, dinlerdim. Susardın seyrederdim. Yürürdün, adımlarımla izlerdim. Nefesim olurdun, dinlenirdim sessiz sesliliğinde. Güldüğünde, gülerdim dolu dolu gamzelerinde.

Eskiden yaprak yapraktı gidişlerin. Hani yaprak bıkmamıştı ağaçtan. Zamanı gelmişti, mevsim yada rüzgardı ayıran misali. Eylülün hüznü, sonbaharın kahve kızılı. Zamanın terk edişi, tükenişi. Sensizliğin tüketişi.

Eskiden gök mavisi bulutlarım, deniz mavisi dalgalarım vardı. Deniz köpüğü kabarışlarınla ferahlardı içim. Nefesimi açardın, huzurunda kaybolurken bulurdum kendimi. Islatmazdı yağmurların, acıtmazdı tuzlu dalgaların.  Bedenim rahatlar, huzur bulurdu ruhum. mavi acıtmaz, uçururdu yüreğimi. Mavi doğardı güneş, batarken sana eş. 

Eskiden gözler böyle büyümezdi. Süzgün, küçük çekik bakardı. Kocaman açılmazdı, gözbebekleri ürkmesin diye kirpikler aralanmazdı. Ateş değdiğinde açıldı ilk, bir de gözyaşının baskısına dayanamadığında. En son da nefessizliğe..

Eskiden ağaçlar kokardı buram buram. Kabuğu ayrı, çiçeği başka kokardı. Şimdikiler kokusuz. Geçenlerde birisi parfüm sıkmış manolyanın üstüne. Yuh artık dedim, bu da ne?  Ne yapsın zavallı koca avm nin içinde nasıl yaşasın. Onca kişinin kokusuna nasıl dayansın. Dayanamamış ağlamış, parfümcü kıza yalvarmış.  En pahalısından, güzel kokulusundan bir tane getir sık diye. Bunca cama, vitrine takılıp  görmezden gelenler, kokudan etkilenip görürler beni de.

Eskiden incik boncuk alırdım avuturdum. Renklerinden hoşlanır, ipe dizerdi. Kolye yapar, halhal dizer, süslerdi bedenini. Fazladan yaptıklarını çarşıda satardı Letafetle birlikte. Son günlerde çıkmaz oldu evden. Bir tuhaf haller, suskunlukları artı. Kolyeden vazgeçmiş, tespih dizer olmuştu. Kızıl kehribarlar, oltu taşları püsküllü. Balkonda gördüm bir kaç kez. Letafetin eski eşi değil mi o. Sordum yine beraberler mi diye. Sustu, bilmiyorum dedi. İyice kapattı yine kendini ne yapsam bilemedim.  Tesbih tanelerinin başımın üstünden yağdığında anladım. Eski acıları tesbihlerin bile avutmadığını.


Nurten Yurt















Images

ANNE

 Anne bırakma ellerimi üşüyorum, yürüyemiyorum senin kadar hızlı. Sahi pisipisiler çok ince taşlar


batıyor ayaklarıma, düşüyorum. Dur! yetişemiyorum, köpekler havlıyor, korkuyorum. Dur anne yeter, koşma bekle beni yetişemiyorum. Tut ellerimi, korkuyorum, bırakma beni, ayaklarımla sana yetişemiyorum. 

Terliklerimi giyecektim, izin vermedin. Hem onlar daha kalın, onlarla hızlı da koşarım. Sahi kim almıştı onları? Sen getirmiştin. Bayram mıydı, ben uykudan yeni uyanmıştım. Çok sevinmiştim. Onları getirdiğin gün seni daha çok görmüştüm. Sonra, yeşil çiçekli elbisemi giydirmiştin. Saçlarımı tarayıp, örmüştün. Pasta da almıştın.

Mumları sen yaktın, dilek tut demiştin tutmuştum. Anne ben o gün seni çok beklemiştim. Geçte olsa gelmiştin. Ben o gün seni daha çok görmüştüm. Daha da çok görmeyi dilemiştim. Sahi anne neden üzgündün öyle? Doğum günümdü, çok sevindim demiştin. Saçlarımı da sevmiştin, yeni aldığın tokaları takmıştık. 

Ateş gibiydi yanakların. Öperken beni anladım, ıslaktı. Dudakların kıvrılmış, yanağımı serinletmişti.  Artık büyümüştüm, alışmıştım da. Üstelik doğum günüm, bu gün ağlamayacağım. Dedim, dedim ya sen giderken burnum acıdı. Acıyınca kaşıdım, kaşıyınca geçiyor. Geçiyor da bu kez yutkunamadım. Boğazımda ki acıyı gazoz geçirirdi. İçtim baloncuklar bile geçiremedi. Pasta sonra o pastada tatlı acı bir tat vardı. 

Karıştırdım, kalp gibi bir şekil yaptım. yutamadım bıraktım. Sen gittikten sonra, aldığın kitabı açtım. Çocuk Kalbiydi adı. Bir türlü okuyamadım. Sayfaları karıştırdım, çocuğun adını, yaşadıklarını bıraktım.

Beyaz mendilleri aradım, bulamadım. Renkli bir tane vardı, sen getirmiştin, hastanedeki ablaya vermiştin. Çekmecede onu buldum, burnumu sildim kokun sinmiş. Yeşil elbisenle bir örnek demiştin. Anne ben seni çok özledim. Evi , okulu özledim, taşları özledim. Senin arkandan koşmayı, güney den esen rüzgarları, beni kovalayan köpekleri bile özledim.

Biliyorum az kaldı, kavuşacağım çok yakında. Sonra saçlarımda uzayacak, sen tarayacaksın onları öreceksin. Bana sarılıp, eskisi gibi öpeceksin. Anne ne zaman coşkuyla gülerek geleceksin?  Biliyorum zor, her şey, iğneler zor, ilaçlar zor, makineler zor. Öyle söyledi doktor Ayşe, küçüğüm onun içinde zor.


Nurten Yurt

(Pandemide Yazı Çalışmaları)

Images

BİR YAĞMUR SONRASI

  Bir yağmur sonrası, sabah vakti tenha bir yokuştan aşağı iniyorum. Arnavut kaldırımı taşlar


ayaklarımı acıtıyor. Tabanlarımda yağmurun serinliği, sensizliğin boşluğunda sahili adımlıyorum. Sahi, ne işim var? Bu yokuşun dibindeki ıssız sahilde. Üstelik ayaklarım çıplak, saçlarımdan süzülen yağmur tanecikleri. Kokladığım iyot, taze toprak. 

 Uzaktan geçen gemilerimi severim? Kimsecikler de yok neden tenha bu sahil? Oysa kalabalık olmalı, o kadar erken de değil vakit. Güneş ışınları gölgeme şahit. Akasyanın kokularına karışan iğdeyse soluduğum, aylardan mayıs. Kumlar ince basınca adımlarım, dalgalar siliyor ardım sıra sahi nerede varlığım. 

Söylesene ey yazar; yapayalnız, ayaklarım çıplak, saçlarımda yağmur tanecikleri burada ne işim var? Özel bir oda istiyorum ben. Bir koltuk, yanı başında bir sehpa, dolu dolu bir kitaplık.  Yalnızlıktan uzak bir kitabın sayfaları arasında kaybolmak. Sıcacık kahveme uzanmak, baharın kokularını açık penceremden koklamak. 

Özel bir oda ya; bak rüzgar arttı üşüyorum. Yağmur yine yağdı yağacak, şimşeklerin aydınlattığı koyu gri bulutlar kapladı güneşimi. Ayaklarım buz gibi dondu, donacak. Ya yetiş imdadıma kurtar beni, ya da denizin davetkar dalgalarında kayboluyorum. Bir daha arayıp sorma beni....


Nurten Yurt

(Pandemide  yazı çalışmalarından) 

Images

DENiZ MAVİSİ

  Ruhumuz mavi bizim, bu yüzden denize gidip orda bıraktık tüm sıkıntılarımızı.


 Öyle sıkılmış ki deniz, yeter dedi. Başka renkler de katın ruhunuza, beni de bırakın benimle. Affedin, artık kendinizi suçlu hissetmeyin. Başkalarının suçlarını sahiplenip, ileriye taşımayın yazıktır.

 Yeni efsaneler yaratın kendinize, acıya sarılmayın. Efsaneleriniz umudu taşısın, umudunuza geçmişin ruhunu katmayın. Her acı da beni anlatmayın.  Gökyüzüne bakın, aynı gökyüzü altında, rengarenk efsaneler yaratın. Yargıçlığa soyunmayın, sakın ha yapmayın. Şahit olmak demek, takılıp kalmak olmasın. An akmakta durduramadığınız zamanla akın sizde. Yapışıp kalmayın, bırakın acılarınızı, ruhunuz ferahlasın. 

Affedin beni de ben almadım sevdiklerinizi. Yaşanması gereken buymuş. Nicelerini sakladım koynumda mavime kattım renklerini. Dalgalarımla hafiflettim yüreğimi, sizde affedin hafifleyin. Olmadığınız bir zamanın acılarını, günah gibi taşımayın. Ümidinizi ferahlatın, yeni güzel efsaneler yazın. 

 Dalgalarımın hafifliğine kanmayın, alıp götürdüklerimle ağırlaştım bende. Bundan zaman zaman köpürüp coşmam. Öyle ağırlaştım ki ,kusuyorum artık. Kusarak temizliyorum kendimi, kıyılarımdaki köpük safraları sevin. Ben yenilendim, siz de bırakın acıları sahiplenmeyin. Yeni renkler edinin, affedin, hafifleyin. 


Nurten Yurt

Images

RUHUM

“Ruhum


gözlerini yumuşacık yum
kucağımdaymışsın gibi bırak kendini
ninni,
uykunda unutma beni
ninni…
Gözlerini yumuşacık yum
yeşil ela gözlerini
ninni ruhum ninni
Sen yukarda yemişli dalların içindesin,
yeşil gözlerin güneş dolu,
dudakların bala bulanmış
ben ağacın dibindeyim,
bir ayağım çukurda…
Ben senden çok önce gideceğim,

sen bensiz kalacaksın ihtiyarlığında…”  

Nazım Hikmet


Bebek sahili mayısta cennetten bir köşedir. Aşiyandan yürürken, sahil boyu denizi ve doğayı koklamaktı amacım. Tam da böyle ıssız, sakinken sokaklar.  Laleler erken veda ediyor,  yapraklar kıyı boyu rengârenk denize  savrulmuş. Adımlarım mayıs kokusuyla sarhoş, çınar altına taşımış.

 İşte yüzyıllık çınar, biraz ötedeki akasya da var. Sahi şu kahvedeydi ilk buluşmamız. Başımıza yağan akasya çiçekleri. Ne çok toplamıştın saçlarımdan. Ürker çekilirdim, dur der okşayarak ayıklardın. Ne çok gülerdik, sahi kediler.  İşte bak belki de senin kolladığın tekirin yavrularından biridir şuraya kıvrılan. Süt verirdik, salam almıştık bir keresinde. Seyfi usta koşar, yapmayın alıştırmayın diye kızardı. 

 Öğlen yemeğine çıkar gelirdik Nihanla, sende gelirdin.  Yemek mi yerdim, zaman geçmesin diye dudaklarımı bilmem. Kızardın yapma şunu bırak diye. Bırakırdım, saate bakardım, kızardın. Sahi sen ne çok kızardın. Sadece sana bakmamı isterdin, birde denize, gökyüzüne. Senin gözbebeklerinde ışıldayan maviyi seyretmek öyle güzel ki. Gözlerine çok yakışıyor derdin. Bebekte denize dalmak, mavi dalgalara bakmak. 

 Birde karlı soğuk bir gündü. Kabanımın düğmesi kopmuş, yuvarlanıp denize düşmüştü. Kurtuldu senden demiştin. O kadar çok oynadın ki, yoruldu parmaklarının arasında ovalanmaktan, kaçtı gitti. Özgürce yüzüyor boğazın maviliklerinde. Bankın bir köşesinde oturuyordum, sen diğer köşede. Sıkıca kapat aman ha üşüme. Bu kış boğazın ayazı fazla hadi kalkalım demiştin, üzülmüştüm. Sahi ben o günlerde değmeyecek şeylere ne çok üzülmüşüm.

 Koruya getirmiş zaman şaşkını adımlarım beni.  Burada görmüştüm son kez seni, dört yıllık o mesut rüyadan uyandığım çınar sahi hala bur damıdır.  Otuz iki yıl sonra neden geldim, ya onca yıl hiç gelmeyişim?  Oysa ben çınarları hep sevmiştim.......


Nurten Yurt

(Pandemide yazı çalışmaları) 

Images

Posta

 Selam, masal bu ya Arzu kanatlanmış dediler. İnanmadım o postadan gönderilen kareye gökyüzündeki


pamuktan bulutlara baktım. O maviye sevdalı kadın göz kırptı, bulutlar karavan olmuş yol alıyordu. Tuhaf zamanların tuhaf masalcılarına kanmadım ben el salladım. O gün papatyalar çıktı yoluma bir de uğur böcekleri. Uğurlar olsun dedim sana.

 Sahi düşündüm hatırlayamadım ilk tanışmamızı. Olsun ne çıkar seninle paylaşılmış. o kadar çok  ortak. acı tatlı anı var. Bir çok ortak dost aradı, onlarda inanmamış, başın sağ olsun dediler. Başım sağdı da o gün bir tuhaf ağrıdı. Tüm dostlar senin için bir şeyler yapıyorlar. Adına ağaç dikenler var. Sonra ben sana mektup yazalım dedim bir kaçına. Sen severdin ya. Pullayıp göndereme sekte sen okudun onları bulutlardan bilirim. Sahi bir de hayalin vardı, Pullu Şalvar masalın kitap olacak inşallah. Sonra nemi oldu bilirsin bizim buraları işte tam kapanma diye bir şey ilan ettiler. Kimileri kapandı, kimileri açıldı uzak diyarlara herkes kendi masalını yazıyor işte bu diyarda. 

.......................

 Gökkuşağının altından geçen turuncu karavan korna çalıyordu. Çocuklar takılmış peşine ellerinde renkli balonlar. Pembe bir bulutun üstüne doğru havalandılar. Sonra paraşütlü kediler peydah oldu miyavladılar. İncir ağacın dan beyaz damlalar akıyordu. Her damla inci gibi parlayarak uçuyordu. Papatya tarlalarının üzerinden uğur böcekleri kanatlandılar. Terlik, pabuçlar öyle naif tiki anladım.  Sahi sonra o karavandan bir çıktın, başında pembe yemeni ayağında pullu şalvar. Bağdaş kurup oturdun o buluta, çember oldu etrafında, çocuklar, kediler, uğurböcekleri. Başladın anlatmaya gezdiğin gördüğün diyarları, insanları masalları. Sus pus seni dinledi, yer gök çemberi tarikat ehli. Öyle bir ışıldadı ki güneş maviye döndü. Buluttan akan çağlayanda  mavinin her tonu parlıyordu. Ulaşıp bir şeyler söylemek istedim bende dilim lal dönmedi bir türlü. Cümleler mi küsmüştü, kelimeler kifayetsiz, bir araya getiremedim. Uğurlar olsun takıldı dilime, birde masaldır yaşamak.  Sahi sonra haykırdım mektup yazacağım da nasıl ulaştıracağım?  Yazıp ta ulaştıramadıklarım öyle çoktu ki.  Anladın o yumuk ellerinle savurdun rengarenk pulları. Her şey için teşekkürler Arzu..



Nurten Yurt.