Images

İki Dakikada Uçmak


 Nasılda sıkılmıştı, böyle yeknesak her anı hesaplı bir hayat ona göre değildi. Şehrin ışıltısı ve kargaşasından sonra kasabanın ıssızlığında her gün aynı şeyleri yapmak bir ayın sonunda boğucu gelmeye başlamıştı. Haftanın bir gününü serüven günü yapıp, ıssız dağları, sahilleri keşfe çıksa da bir türlü ünlü biriyle karşılaşamamıştı. 

Ünlülerin tatil yeri diye mi seçmişti burayı? Halasının burada olması mıydı onu çeken hiç düşünmeden gelmişti işte. Sahile iniyordu, dağdaki yürüyüş yolunu kullanıyordu. Kimsecikler yoktu. Issızlıkla doğanın yalnızlığına sığınıyordu.

  Sevildiğini biliyordu ya o bile yeterdi. Halasının ailesi sarıp sarmalamıştı onu. Arkasına dönüp bakmayacaktı. Kaybettiklerini düşünmek bile istemiyordu. Doktorda öyle söylemişti. Şu an sadece sevgiyle kalmak, inzivada gibi hiç düşünmeden yaşamak. Ne olursa olsun arkasına dönüp bakmayacaktı. Kasabanın ıssızlığında sevgiyle sarılıp ona sunulan vaatlerle hayata tutunmak.

 Hem herkesin bildiği, hem de unuttuğu yer değilmiydi burası? Sahi kim söylemişti? Kasabayla kendini özleştirdiğinde kendine benzetmişti belki de. Macera gününün tadını çıkarmalıydı. Denizin dalgaları ıssız sahili dövüyordu yine. Deniz hapşırmıyor, köhür köhür öksürüyordu resmen.  Uzaktaki sandala takıldı sahi ne işi vardı orda.

Anahtarın yere düşmesiyle irkildi. Uzanıp alırken üzerine düşen gölgeyle nefesi kesildi. İşte yine aynı şey oluyordu. Sakinleşmek için içinden yavaş yavaş ona kadar saymaya başlamıştı bile. Ama bir türlü doğrulup gölgenin sahibini görmek için dizlerinin titremesini bastıramıyordu. 

Yaprakların hışırtısı rüzgarla beraber iyice artmıştı. Dalga seslerine karışan yüreğinin sesini bastırdı. Yavaşça doğruldu. Güneş gözlerini kamaştırmıştı, gözlüklerini aradı telaşla yoktu. Göremiyordu, karşısındakinin yüzünü. Az evvel kumdaki gölgeden hiç farkı yoktu. Karanlık ve güneşin ani ışığı görme yetisini yok etmişti kesin. 

Ateş bastı her yerini, nefesini sakinleştirmeyi başarmıştı başarmasına, iki büklüm halden doğrulmuştu da. Ama gözlerine inanamıyordu. Karşısında duran adamın yüzünü göremiyordu. Gözlerini ovuşturdu, sahile döndü, dalgaları köpükleri, denizin orta yerindeki sandalı denizi görüyordu. Derin bir nefes çekip sakince döndü. Adamın, karşısında duran adamın yüzü yoktu.


Nurten Yurt 

( Pandemide Yazı Çalışmalarından)

Images

TÜKENMEKTEYİZ

 Tükenmekteyiz, gitmek zorundayız

Çağrılmadan geliriz, ama konuşmak ve anlaşamamak

ve bir an bile kavuşamayan ellerimiz, yıkmakta bunca şeyi;

kalıcı değiliz, ilk adımlarımızı korkutur yabancı işaretler,

bir çarpı işareti parçalar bakışmaları, istenen, yalnızlıklarda eriyip gitmemiz.

Şarkı söylüyoruz, ezgi yüreğimizde,

Oradan çıkabildiği hiç duyulmamış, 

Yalnız arada bilenlere rastlanırmış;

Tutan olmamıştı bizi, kalalım diye.

Duyuyoruz. Paydos artık ağırdan yürümeye.

İşin sonu da kalmayacak yoksa, ve çeviriyoruz gözlerimizi Tanrıya;

Alın terimizin karşılığıdır ayrılık!

*Ingeborg Bachmann (Çeviri: Ahmet Cemal)




 Yanlızlıklarda eriyip gitmek kalabalıklarda çoğalmak mıydı gerçekten? 

ve uçsuz bucaksız bir sahil kenarında kalakalmak. Dalgalara atlayıp tuzlu sularla boğuşmak,

engine doğru bilinmeyene kulaç atmak. 

Emeğimizin karşılığını  beklemek uğruna kaybolmak, oysa verdikçe değil miydi çoğalmak? 

çoğalmanın tuhaf bir yanı yalnızlaşmak

Bilinmeyene uyanmak, anormallerle tuhaflaşmak normalleşmeye çalışmak.

Nefes almanın farklı türleriyle tanışmak, bulaşmamak uğruna başkalaşmak. 

Kaldığın yerde didiklenip durmak, kendi kendinle hesaplaşıp başkalarıyla kaynaşmak sahi neydi yaşamak? 

Nefes almak uğruna akan her saliseyle bir diğeri arasında kalışlanmak

An'da olmak olanı hakkıyla soluklamak....

Nurten Yurt 

(Pandemi'de yazı çalışmalarından)


Images

EROTİK

   Erotik diye fısıldadı, iç gıcıklayan bir şeyler vardı sesinin tonu nefesindeki sıcaklık atmosferin büyüsünden deyip umursamadım.  İki kadeh şarap içince böyle olur bu zaten, sahil ay ışığı bütün gün işlerden başkaldırmadı bırakayım anlatsın. 

Hikayenin girişinde iş yok zaten böyle olmaz ki, sonra ne o öyle yok kızı tutmuş yatakta tasvir etmiş, iç çamaşırlarının parçalanışı rengi uyumsuz bir kere. Sahi rujun da o renk mi ne? Yavru ağzı diye renk mi olur?  Hem o renk uyluğunda iz bırakmaz dimi?

 Yok bilmiyorum, evet galiba yavru ağzı. İstemsiz bu yaptığım bileğimi öpmekte nerden çıktı. Rujumu yeni sürmüş olsam da. Kahretsin ateş gibi parmakları hem bu kadar sıkılmaz ki. Kalmadı işte bileğimde iz falan. İlle de bakacak kahretsin o parfüm iç gıcıklamaz mı hiç.

Gidişat da peş para etmez bir kere kimse ayağının içinden tahrik olmaz dimi ? 

Papualarımı  niye çıkardım ki sanki ayaklarıma ateş bastı birden. Bilmem demeliydim işte bilmemde ne. Bilmem gerekirdi her şeyi, karakter tahlili ile şarabın bir arada gitmeyeceğini. Bu adamın yeşil gözlerine bakarak dinlemenin aptallık  olmayacağını. Sabah uyandığımda bedeninin izini bedenimde taşıyacağımı bilmem  gerekirdi. 



Nurten Yurt

Images

Hatırlayamadıklarımı hatırlıyorum

 


  Hatırlamıyorum zamanı, akasya kokularını senin anlattıklarını. Hatırlamıyorum ben öyle bir beni, o anlattığın senin belleğindeki ben. Hatırlamıyorum söylediklerini, yaşadıklarımı bu anlattıkların çok uzak. Hatırlamıyorum sendeki beni, hatırlayamıyorum kahroluyorum. Hatırlatmak mı istiyorsun, hatırlayamadığım zamanın içindeki hatıralardaki beni unuttuğum benliğimi yaşatmak mı bilemiyorum. Hatırlayamadığım yüzlerce anın içinden birini yakalamak için, binlerce an bırakarak yaşamak istiyorum. 

 Hatırlayamıyorum acılarımı, sevinçlerimi, sararmış sayfaların un ufak olup elimde kalmasından korkuyorum. Hatırlayamıyorum sensizliğin nasıl bir şey olduğunu, hatırladığımda duyacağım acının ağırlığına yanıyorum. Hatırlayamıyorum sözcüklerimi, sesimi, gülüşümü öyle bir kopmuşum ki düşünceme dalamıyorum. Hatırlamıyorum hatırlatmana dayanamıyorum. Hatırlayamadığıma mı yanayım, hatırlatanın hatırasına duyduğu bağlılığa mı anlayamıyorum.


Hatırlıyorum yemyeşil çayırları, havaya karışan rayihayı, güneşin parlaklığını. Hatırlıyorum rüzgarın yüzüme vuruşunu, deli gibi koşuşumu, şen şarkıları. Hatırlıyorum sahilleri, yakamozu, yıldızları, maksimden taşan nameleri. Hatırlıyorum dalgaların kıyıya vuran sesini, nefesini ürperişimi.

 Hatırlıyorum üşüyen ellerimi, kızaran burnumu, buğu yapan camları, salebin sıcaklığından yapışan tarçının tadını. Hatırlıyorum o ifadeni, kırılan çocuksu gururunu, inadını kızarmış suratını olmuyor yapamıyorum. Hatırlıyorum, şefkatini, kucaklamanı omuzlarında ki güvenimi. Hatırlıyorum sırtımı yasladığım koca çınarımı babamı. Hatırlıyorum sert nasırlı ellerin bana verdiği sıcaklığını yanıyorum.    
Hatırlıyorum kokunu, akan gözyaşının ellerimi yakışını. Hatırlıyorum en acılı anlarımda tuhaf bir şekilde yanımda oluşunu. Hatırlıyorum hatıraların acısını, şefkatini kaybedişimi gidişini. Hatırlıyorum senden sonraki boşluğu, içimde bir yerlerdeki seni. Hatırlıyorum benden gidemeyişini bendeki seni terkedemiyeceğimi. Hatırlıyorum hatırlamanın verdiği tüm acının nefesimle iyileşeceğini. Hatırlıyorum nefesim bittiğinde seninle birleşeceğimi. 





Nurten Yurt





Images

Trendeki Kız


 Mürekkep Yürekler Kitap klübü'nün Temmuz ayı kitabı,  Trendeki Kız adlı polisiye romanı idi.  Gün ve tarih uyunca kitabın paylaşımına katıldım. Kitap çok satanlar listesinde yer aldığından pek önemsenmeyecek bir kitap gibi görünse de tavsiyem özellikle şu an kurgu gerçek arasında takılıp kalmış zihinsel sorunları olanları yaşam sorgulaması olarak derinden sarsacak bir roman.
 Paula Hawkins'in ilk kurgu romanı, Onbeş yıllık gazeteciliği yazarlığına yansımış.  Zamanı ve zamanın şekillendirdiği hayatları üç kadın ve üç erkeğin yaşamını bilinç akışı tekniği kullanarak, zamanda geri dönüşümlerle, anlatıyor. Okura verdiği ipuçları ve leitmotifler romanı oldukça sürükleyici bir hale getiriyor.


 “Her gün önünden geçtiğimiz evlerde aslında neler oluyor?”
“Hepimiz birer seyirciyiz. Tren yolcuları dünyanın her yerinde aynıdır. Her sabah ve her akşam o trene biner, gazete okur ya da müzik dinleriz, aynı sokaklara aylakça bakarız ve ara sıra bir yabancının hayatından kesitler yakalar, daha iyi görebilmek için kafamızı uzatırız.”
  “Euston’a girmeden yaklaşık beş yüz metre önce, vagonun sağ tarafında pis, alçak, betondan bir bina vardı. Üstüne biri resimli bir şekilde: HAYAT BİR PARAGRAF DEĞİLDİR, diye yazmıştı. Hayat bir paragraf değildir ve ölüm de bir parantez.”
 Okur olmanın verdiği zevki paylaşımlarla çoğaltan dostlarla olmak güzel.  Paula Hawkins'in kitabının sayfaları arasında yol almanın verdiği heyecanı bilgi ve yazarın yazım tekniklerini incelemek pekiştirmek de bir o kadar zevkli.

Nurten Yurt

Images

PANDEMİDE AŞK

 Yasakların en güzeli değil midir Aşk? Yasaklı olmanın herkesi zıvanadan çıkardığı günlerde çıktı karşıma.  Öfkemi, hıncımı alıp götürmese de sevginin varlığını hissetmek güzel. Huzuru getirmese de sessizliği dinlemek güzel. 

 Dalgaların kıyıya vurması gibi yıpratması, çileden çıkıp tam bağıracakken susmak, kendini akıntıya bırakmak gibi bir şey işte. Gitmek istediğinde ayaklarının götürmediği, dokunmak istediğinde dokunamadığın, sözlerin bitip sükutun olduğu yerdesin.

 Nedeni, nasılı bıraktığın yargılamadan kaçtığın, kendi mesafene sığındığın bir ada. Dokunulmazlığın olduğu, maskelerin ardına sakladığın suretinle, nefesine yakın herkese uzak kaldığın anda anlıyorsun.  Kaçtığın her şey çıkıyor karşına, görmek istemediğin kadar net. Bocaladığın kulaç attığın dalgaların ardında bir türlü çıkamadığın o ada.

 Yitip gitmek istiyorsun, bir sise sarınıp kaybolmak. Duaların yetmediği, acıların varlığını yadsımak adına kaçmak.  Gidemediğin kalakaldığın anlara isyan ve boşlukta kaybolmak. 



Nurten Yurt

Images

Dağınıklıkla Başa Çıkmak İçin 5 S Kuralı



 Dağınıklık ve Enerjiye Etkileri

İnsan sahip olduğu her şeye görünmeyen kılcal enerji damarlarıyla bağlanır. O eşyaya verilen değer, yüklenen anlam, onun hakkındaki düşünce ve duygular eşya ile insan arasında bir alışveriş meydana getirir. Pozitif anlamda kullanılan, yararlı olan, bir fonksiyon gören veya sevilen nesneler olumlu enerjinin yayılmasında yararlı olabilir. Bunun tersine evdeki kullanılmayan, bozuk, sevilmeyen, kurtulunmak isteyip de atılmayan, başkasına ait olan, bir kenarda unutulan her şey, enerjinin durağanlaşmasına yol açar.
Sizin için bir anlam ifade etmeyen, önemi olmayan, kullanılmayan şeylerden kurtulunduğunda kendinizi bedensel, zihinsel ve ruhsal olarak da hafiflemiş hissedeceksiniz.

Sadece sevilen ve kullanılan eşyaları evde tuttuğumuzu varsayalım, eğer bu eşyalar dağınık duruyorlarsa, mekan dağınık sıfatını korur, aradığımızı bulmamız zorlaşır.
Neyin nerede olduğunu bildiğinizde yaşam kolaylaşır.
Örneğin hepimiz evimizde yatağımızın nerede olduğunu biliriz. İnsanın yatağıyla arasındaki enerji bağı dolaysız ve açıktır. Bir de ev anahtarınızı veya şemsiyenizi veya başka bir şeyi düşünelim. Yeri genellikle tam olarak biliyor muyuz, yoksa zihinsel olarak ortalığı ayağa kaldırdığımız oluyor mu? Ya yanıtlamamız gereken mektup, ya da zarfa koyup atılmayı bekleyen bir mektup? Bazen haftalar sonra gazetelerin arasından elimize geçebilir.
Neyin nerede olduğunu bilmekten kaynaklanan huzur ve açıklık, bu durumlarda stres ve karmaşaya dönüşür.
Cüzdanımız veya çantamız o an için önemli gelen ama birkaç gün sonra işlevini yitiren telefon, adres ve not kağıtlarıyla, gerekli gereksiz broşürlerle dolup taşıverir.
Ya ani bir itilimle otomatik olarak alınan veya toplanan şeyler…
Eve getirir, “Şimdilik şuraya koyayım da sonra kaldırırım.” deriz. Ancak koyduğumuz yerde kalır. Kimi zaman aylarca kimi zaman yıllarca kalabilirler. Akla geldikçe veya gördükçe zihnimizin bir köşesinde belli belirsiz bir bıkkınlık yaratırlar.