Images

Okur Olmak

Nedir okur olmak? Okuma bilen kişinin bir metin karşısında zihniyle giriştiği bir eylem mi? Okuyan kişinin okuduğu metinde ileri sürülen düşünceleri anlaması, düşünceler arasındaki bağları kavraması, kendi birikimiyle karşılaştırıp, belleğinde saklamak istediklerini seçip ayırması gerekir. Yazarın da okurdan beklentisi budur.

Fransız Yazar Michel Butor gerçek ile roman arasında ki karmaşık ilişki de okura da önemli bir yer verir. “ Romancı betiğini, yaşamının bu temel yapımını, yayınlıyorsa, onu gerekli sonuca götürme yolunda okursuz edemediği, kuruluşunun ortağı olarak, gelişmesini, varlığını sürdürmesini sağlayan besin olarak, kişi, us ve bakış olarak okura gereksinme duyduğu içindir. Etken bir varlıktır okur, ‘sayfa üzerinde toplanmış belirtkenlerden yola, elindeki gerecin, yani belleğinin yardımıyla, yeniden bir görüntü ya da bir serüven kurar’ başka bir deyişle, her okur yeniden yaratır romancının betiğini”
Her kitap herkes anlasın diye yazılmamıştır kuşkusuz, her okur da her yazılanı anlayamaz. İyi bir okur olmak eğitim ve çaba sonucunda gerçekleştirilir. Sanatsal bir değer taşımayan romanlara alışkın birine, özgün bir roman kapılarını kolay kolay açmaz. Şiir daha da özel bir uğraş gerektirir, tadına varmak için. “Okumayı öğrenmek, sanatların en gücüdür” der, Alman ozanı Goethe yaşamının seksen yılını bu işe vermesine rağmen kendinden hoşnut değildir.
Images

En İyi Yazar Ölmüş Yazardır.

Yazar Saf yazar, evet saf olduğuna inanmak istiyorum. Düşleyerek yarattığına inanmak istiyorum en saf halimle. Lakin yaratma mekanın düşündürüyor istemeden. Yazmanın ne olduğunun keşfi ile Gerçek bir dünya ile sayfaların arasında kalakalmak. Bir de müphem olan o kadar kitap girmişken bu metne girmeyenler düşündürüyor. Jung'u atlamış olman imkansız mı? Tesadüf mü karşına çıkan kitaplar bilemiyorum. Yoksa sırf öfken mi galebe gelen?

Eş zamanlılığı yazıya taşıman la yapacağını bilmeden mi yaptıkların? Bu gerçek bir hayal mi? İnanmak istemekle Saf okurluğu seçiyorum. Evet bu dünya böyle biliyorum. Bilmeye rağmen kıyamıyorum biliyor musun. En iyi yazar ölü yazar dersin ya. Ben de bir ara kaptırmışım senin ölümünü yazmışım istemeden farkına vardığım da kıyamadım. Kıyanlardan olamadım.

Farkındasın biliyorum, tamam gerçeğin farkında olan yazmalı da. Yazmazsam kendimden vazgeçmek gibi bir şey bu. Sayfanın diğer tarafında kalmayı seçmek yeter mi? Yetmez mi?

O boşluğun içinde bir yerlerde boşluğa bakarak beklemekteyim. Rüyalarımın sonsuz seçeneklerinin içinde dolaşan mecnun misali. Cennetim geliyor aklıma, çocukluğum da kavanoza kapattığım kelebeklerin cama yansıyan tozları ve ben o tozlara bulansın istemiyorum ellerim.

Düşlediklerim ve yarattıklarım aklımın girmesi ve yaratamadıkları m  yazmaktayım.


     Nurten Yurt
Images

Çocuklar


Ben pazarları severdim. Patateslerin Adapazarlı, semizin kelime anlamında, çocukların çocuk olduğu zamanlarda. Pazarda tezgahta, yaz elması dolduruyorum torbaya. Tezgahın diğer tarafında on yaşlarındaki çocuk,Taha umutla soruyor babasına. "Baba yarın beni okula almaya gelecek misin" Baba bir taraftan elma tartıyor, sert bir sesle yanıtlıyor."Belediye'de işim var gelemem" Taha'nın suratı, yaz elmasının sapındaki yaprak misali, sözcükleri yuvarlanıyor tezgaha "Ben geldim ama"

Elmaları doldururken torbaya Taha'nın sözcükleri de karışmış araya, pazar tezgahları boyunca pek bir ağır geldi bana. Pazardaki Mürdüm gözlü çocuğu görüyorum. Tezgahı olmayan yola serilmiş kasaların arasında müşterilere hizmet için yarışan. Baba kükredi mi, mürdüm lerine kırağı yağan, belindeki cepli beze ellerini sokup dertop olan.

Eylül'de bir başka kokardı pazarlar, korku ve umutsuzluk kokusunu koklamaktan, ağır geliyor elimdeki torbalar. Çocuklar ah çocuklar ham bunlar, olmadan tezgaha karışanlar. Okulların açıldığı bu zamanlarda ya bir kitabın başında, ya da elinde kalem boş bir sayfada düşlüyorum. Tutup ellerinden sürüklemek istiyorum az ilerideki parka.

Pazar torbalarının ağırlığını, mutfakta bırakamıyorum. Elmaları boşaltırken Taha'nın sözcüklerini de doldurmuşum torbaya saçılıyor dört bir etrafa. Mürdümü kırağılı çocuğun bakışlarının acısını toplayıp koyuyorum tezgaha.

Nurten Yurt
Images

Deli Duman


  İsmini sevdim önce, okuduktan sonra dilini, samimiyetini gerçekçiliğini. Zaman ne de güzel girmişti o sayfaların arasına o güzel imgelerle. Romandan yansıyan gerçeklik öyle dokundu ki, bu kuşak için duyduğum tüm endişelerimi alıp götürdü. Böyleydik işte biz yıkılan yıkıntıların üzerine kurduğumuz yaşamlarla, yolda durup, eksiklerimizi tamamlamaya çalışırken tüm yanlışlara rağmen sevgimizle.

  Bizim dumanlarımız çok daha koyu ve acıydı. İki mavinin arasına hapsedilen bir zihinle, yaşamak ve ne olduğunu anlamaya çalışmak. Darbelerle gelen ölümler, taranan insanlar akan kan. Yanan bir boğaz, gökyüzünü kaplayan katran karası duman. Yanan sayfaların dumanını soluduk günlerce, yazılamayan romanları, demir parmaklar arasındaki kalemleri. Birbirimizin yüzüne bakamaz olduk, bir maşrapanın içine hapsedilen su misali. Zamanında yazılamayan, yazılsa da anlaşılamayan romanlarımız vardı.

  Edebiyatın bu güzel yansıması ve her şeye rağmen devamlılığı umut verici nesil için. Bu güzel romanı herkes okumalı, saatini ona göre ayarlamalı diyorum.

  Romanın karakterlerinden isimlerine öyle güzel bir kurgusu var ki, son sayfayı kapattığınızda evet diyorsunuz. İçinde olduğumuz tam da bu sayfalar, iyi okumalar.

Nurten Yurt
Images

Yazşıyorum - Merdivenler



Otuz gün boyunca Ağustos sıcağında Roman Yazıyorum adlı bir grupla çalışınca böyle oluyor. Kırküçbin küsur yazdın yeter diyorum dur, bak Eylül geldi en sevdiğin mevsim. Hem bu gün parti var, eğlence sakin yaşa terapi ’de yapmışsın zihnine, düşünme. Olmuyor, şehrin içinden geçerken algılar gelip yapışıyor zihnime, durur mu kurguluyor kendince. Yazı evinin sokağına girdiğimde tabela ’da yazan iki isim çarpıyor beni, merdivenleri çıkarken yazıveriyor kendince.

Zaman: Baharın başlangıcı Öykü Atölyesine gelirken, Özlem hocanın verdiği o meşum kelime; Tevfik bey merdivenleri çıkarken henüz öleceğini bilmiyordu. Bu kelimeyle bir öykü yazdım da, okuyanların kelime kıtlığı çekip, anda katilin kafa sesleri ile merdivenlerden inerken düşündüğü kurguyu anlamayacaklarını düşünüyorum. Sokak kalabalık, tabelada yazılı olan iki isim arasında yazılmış oynanmış senaryonun sonu. Derste sürekli karşı pencereyi izliyor, olayın perde arkasını kurguluyoruz. Avukat genç adam eşini vurmuş tabancayla, kendi karnına sıkmış sonra, ayrılmak istiyormuş kadın neden acaba? Biz masada Tevfik beyi nasıl öldürdüğümüzü okurken, iki gencin cenazeleri kaldırılıyor, karşı camda. Harika işte sana üst kurmaca; yazarın bahar başlangıcından, sonbaharın başına geçirdiği evrimin içindeki boşluk bir pencereden diğerine iki hayatın kurgusu, çarpıldığın tabeladan yansıyan sözcükler. Toprağa karışmış bedenlerin isimleri kalmış tabelada unutma yaz, yeter ki yaz.


Merdivenleri çıkarken roman yazan zihnimi nasıl öldürürüm bilmiyorum. Fakat son roman karakterimi yazıp atmazsam başım belada. Yazşıyorum’un keşfi beni rahatlatıyor. Olmadı taslak halinde bekleyen Yazı evinden Notlar var. Eylül’de geldi, merdivenleri çıkmayı sevmeye başladım bu aralar.

Nurten Yurt
Images

Gel Etme!


  Usta gel etme! Yanmaktasın. Siyaseti zamanın ateşten kor tutmak elinde. Yandıkça alazını etrafına sıçratıp yakmaktasın. Tez küle dönüp rüzgârla savrulmadıkça, dahi o külün içindeki kor la yol almadıkça yanmaktasın. Kitaptan önce kitap var ve dahi sayfalar. Kendi sayfanı bulup okumadıkça zarardasın yazdıkça öncesi var yazılan, anlam dahi an. An da okuduğunla anlamlanan. Zamanın metinleri, alfabeleri farklı ve dahi onlarla anlamlanan harfler, sürekli yer değiştirdikçe değişen anlamlar saklı. Silinmez yazılan ve dahi zaman yaksan da ardında kalan duman kapladıkça zihinleri arşın titrediği an toz dumana karışan şehir. İnsan ille de İnsan kalacak olan.

  Şehirler insanın aynasıdır. Aynadaki akis pek darmaduman, zaman vahim el aman. Gel etme o mabudu tepeme dikme. Senden önce dikilmişi, bertaraf etmek belki amacın. Dur düşün, düşün okumak bunun için var ve dahi göz görmek için. Senin gördüğün başka, bir diğer gözün ki bambaşka. Harflerin değeri var unutma. Ve dahi La’ yı hatırla. Ne zaman ki bu şehirde birileri bir sözcük hatası altı ile altını karıştırdı ve dahi doğudaki güneş dahi şaştı. Mağaradaki nurun ruhuna, şamdanın mumu karıştı. Mumlar kendini bitirse de, güneşe vuruldu perde. Her perdeyi kaldırmaya kalkan, kendi perdesini ekledi. An unutma an ve dahi gelecek zaman, dünya karışmakta ortalık toz duman. Halk ille de halk kırk yıldan fazladır, secde ederken dikilene yanına sen diğerini ekleme.
Images

Hausa Distosiye


Gerçeğe değil hayale bu sözcükler, bilirim ki hayallerin kabul edilebilirliklerine seslenmek her daim özgürlüktür. Zira kelimelerimin akrabalığını bilsem de, su terazisi ve çekülle el yatkınlığım oldukça acemi. Zira rakamların gerçekliğinden, sözcüklerin senfonisine sığınmış bir yazara yazmak haddim mi deyip, bir türkü tutturasım var ki sormayın gitsin.

Sayfaların arasında sıkışıp kalmış ruhumla sormak isterdim “yazar neden yazar” sadece kendine yazdıkları yetmez mi? Hayali kütüphanesinde kendi kendine yaşamak yaşamı reddetmek mi? Bildiklerini paylaşmak mıdır derdi? Yoksa bu yalnızlıktan sıkılıp yazdığına cevap almak mı? Yazıp postalamadıkça var edemez mi? Zira bu aralar gerçekle hayal arasında bir sorunum var. Gözlerim ve beynim oradan da ruhuma akan sözcüklerin esiri gibi bambaşka bir şeye dönüşmekteyim. Sözcüklerin uçtuğu söylenir ya varsın uçsun, başka sayfaların arasında yakalarım ben onları diyen zihnim inatlaşmakta, inatlaştıkça yok olmaktayım. Yokluğun o bembeyaz sayfasında doğmak için mi bilemedim. Kendi olmaktan sıkıldığı için mi kaçar insan o sayfaların arasına? Varoluşun o acımasız gerçekliğini yadsımak için mi?