Sevincim
Seni dün gördüm pencerende
Sevincim hiç yoktan sabah ki ağrır
Ya seni, ya dün, ya pencerede
Aynı kentte yaşadığımızı biliyorum
Seni gördükçe pencerede
Hem seni, hem dün, hem pencerede.
Sevincim hiç yoktan pencerede
Bir kent ki ağrıdıkça ağrır
Hep seni, hep dün, hep pencerede.
Aynı kentte yaşadığımızı biliyorum
Sevincim ağrıdıkça pencerede
Melih Cevdet Anday
Güneş doğuyor pencereme, unutulmuş kapı, eski bahçeler kalakaldık pencerelerde
Hayat akıp gidiyor, alkışlar ışıklar kalakaldık pencerelerde
Geçip giden bulutlar, sahilde hapşıran deniz, ıssız sokaklar, boş banklar
En çok da sensizlik, sessizlik, sevilcememezlik kalakaldık pencerelerde
Bir şeyler eksik bu şehirde, çalmayan vapur düdükleri, kuşların kanat sesleri,
Belki de trafik, kaldık pencerede
Sofralar boş, ışıklar loş, sakin sokaklar, yok sarhoş kalakaldık pencerelerde
İstemsiz, nefessiz olmuyor, güneş doğuyor pencerede, batıyor pencerede....
Nurten Yurt
(Pandemide yazı Çalışmalarından)
Şakacı
Güler, gülümser bir şakacı,
Güldürür, düşündürür,Özdemir Asaf
Sahne ve Perde ya oyun nerde? Ufkun dibindeki o ışıltılı nokta. Dalga dalga inen, üzerine sinen o sisin üzerinde yürüyordu. Merhale, merhale kayboldu şehir bilinmeyenin içinde. Attığı adımı göremiyordu. Allahtan sessiz ıssızdı sokaklar. Sesleri kaplayan sessizliğin içinde yol almak. Neredeydi o çılgın motor sesleri, martı çığlıkları, denizin dalgaları? Sessiz sakin ve sis. Kayıp şehir, kayıp deniz esrarengiz.
Elini uzattı sise kayboluşunu gördü. Attığı her adımda kaybolan ayaklarla ilerledi. İlerledi, belli belirsiz ıssız sessiz bilinmezin içindeki bilmeceye. İlerleyecekti sessiz sakin kaybolan geçmişe inat, bilinmeyen meçhule..
Kelimeler
Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
Denizlere açıldı içimizden biri
Niçin gittiğini söylemeden.
Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
Bulacak sanıyordu yenilikleri.
Her an bir yeni su vardı,
Her yeni suda bir yeni an.
Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
Bitmiyordu köpüklerle renkler
Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
Yeni manzaralarla gelen yeni duygular
Hani, eski kelimelerle olmasa
İnsanın ömrünce devam edecek.
Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
Anladı,ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
Yeni rüzgarlarla esen yeni korkulara
Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
Anladı, bütün olmuşlarla olanların
Ve bütün olacakların
O kelimelerin içinde
Kendisine varmadan eskidiğini.
Özdemir Asaf
Aynanın Oyunu
Bir çocuk doğdu, bendim.
Sıraya girdim insanlar içinde.
Alay bayrak büyüdüm
Odalar, sofalar içinde.
Bir ayna doğdu, gördüm.
Sıraya girdi aynalar içinde.
İsime geldi, aldım,
Çarşılar, pazarlar içinde.
Bunca yıl yüzüne baktım.
Kendisini aşmadı
Olanlar içinde.
Bir sabah uyandım,
Duruyordu karşımda
Düşmancasına,
Bir cam,
Aldanmış,
Kendini ayna sanmış.
*Özdemir Asaf
Aynalar ve sen yansımam mıydı, ben sensizliğin acısı sinmiş yalancı cama, baktığım ben miydim sen mi? Ya çizgiler tamda gamzenin üstünü çizen iki çizgi yol etmiş biri sensizliği diğeri sessizliği. Gördüğüm ben miydim yoksa sen mi? Gözümün çukurunu, burnumun dibini sızlatan o belirsizlik. Yalancıysa bu cam? Ya sırdan öte senden öte yabancıysa. Böyle boş bakmazdım ben. Ya kaybolan ışıltıların yerine gelmiş dipsiz bir kuyu daldı mı içine çıkılmayan. Yalancı bu Aynalar, sırsız, sensiz bu gördüğüm suret manasız, anlamsız. Ya öylece kıvrılan acıyla gülümseme değil donuş, dudaklarımdan kıvrılan acıyan sessiz kalış. Bu sen miydin ben mi? Söyleyin yalancı,sırsız,sessiz camsız cansız aynalar..
Aşk Şarkısı
Ellerini ver öpeceğim.
Binlerce el içindeyim
Şu beyaz çizgilerden gideceğim.
Ellerini ver, ver ellerini..
seni öldüreceğim.
Gözlerinden gireceğim,
İçinde yer edeceğim..
Sana oradan sesleneceğim;
Ellerini ver,ver ellerini..
Seni öldüreceğim.
*Özdemir Asaf
Ellerinin sıcaklığıyla irkildi. Nasıl olurdu bu? Bileğini tuttu, nabzının attığını hissetti. İnanamadı, Olamazdı, telaşla çantasını açtı. Dali sırıtıyordu aynanın diğer tarafından ağzına yaklaştırdı. Nefessiz kalmıştı, kalbî çıkacak gibi atıyordu. Bunların hepsi bir rüya olmalıydı. Yaşayacaktı, evet yaşayacaktı. Başka türlüsü olamazdı. Aynayı çevirdi soluğunu bıraktı. Tekrar uzandı kalbinin üstüne koydu ellerini bir iki üç nefes. Bir iki üç nefes. Elleri sıcaktı, nabız vardı. Bir iki üç nefes, soluk vardı olmalıydı, olacaktı. Kalbinin atışlarını ayarladı. Aynaya uzandı, dudakları sıcaktı. Bir iki üç ayna nefesle aydınlanacaktı. Bir iki üç aynayı çevirdi sıcaktı. Evet elleri sıcaktı, nabız vardı, ayna sıcaktı yaşayacaktı.
Nurten Yurt
Ünlülerin tatil yeri diye mi seçmişti burayı? Halasının burada olması mıydı onu çeken hiç düşünmeden gelmişti işte. Sahile iniyordu, dağdaki yürüyüş yolunu kullanıyordu. Kimsecikler yoktu. Issızlıkla doğanın yalnızlığına sığınıyordu.
Sevildiğini biliyordu ya o bile yeterdi. Halasının ailesi sarıp sarmalamıştı onu. Arkasına dönüp bakmayacaktı. Kaybettiklerini düşünmek bile istemiyordu. Doktorda öyle söylemişti. Şu an sadece sevgiyle kalmak, inzivada gibi hiç düşünmeden yaşamak. Ne olursa olsun arkasına dönüp bakmayacaktı. Kasabanın ıssızlığında sevgiyle sarılıp ona sunulan vaatlerle hayata tutunmak.
Hem herkesin bildiği, hem de unuttuğu yer değilmiydi burası? Sahi kim söylemişti? Kasabayla kendini özleştirdiğinde kendine benzetmişti belki de. Macera gününün tadını çıkarmalıydı. Denizin dalgaları ıssız sahili dövüyordu yine. Deniz hapşırmıyor, köhür köhür öksürüyordu resmen. Uzaktaki sandala takıldı sahi ne işi vardı orda.
Anahtarın yere düşmesiyle irkildi. Uzanıp alırken üzerine düşen gölgeyle nefesi kesildi. İşte yine aynı şey oluyordu. Sakinleşmek için içinden yavaş yavaş ona kadar saymaya başlamıştı bile. Ama bir türlü doğrulup gölgenin sahibini görmek için dizlerinin titremesini bastıramıyordu.
Yaprakların hışırtısı rüzgarla beraber iyice artmıştı. Dalga seslerine karışan yüreğinin sesini bastırdı. Yavaşça doğruldu. Güneş gözlerini kamaştırmıştı, gözlüklerini aradı telaşla yoktu. Göremiyordu, karşısındakinin yüzünü. Az evvel kumdaki gölgeden hiç farkı yoktu. Karanlık ve güneşin ani ışığı görme yetisini yok etmişti kesin.
Ateş bastı her yerini, nefesini sakinleştirmeyi başarmıştı başarmasına, iki büklüm halden doğrulmuştu da. Ama gözlerine inanamıyordu. Karşısında duran adamın yüzünü göremiyordu. Gözlerini ovuşturdu, sahile döndü, dalgaları köpükleri, denizin orta yerindeki sandalı denizi görüyordu. Derin bir nefes çekip sakince döndü. Adamın, karşısında duran adamın yüzü yoktu.
Nurten Yurt
( Pandemide Yazı Çalışmalarından)
Çağrılmadan geliriz, ama konuşmak ve anlaşamamak
ve bir an bile kavuşamayan ellerimiz, yıkmakta bunca şeyi;
kalıcı değiliz, ilk adımlarımızı korkutur yabancı işaretler,
bir çarpı işareti parçalar bakışmaları, istenen, yalnızlıklarda eriyip gitmemiz.
Şarkı söylüyoruz, ezgi yüreğimizde,
Oradan çıkabildiği hiç duyulmamış,
Yalnız arada bilenlere rastlanırmış;
Tutan olmamıştı bizi, kalalım diye.
Duyuyoruz. Paydos artık ağırdan yürümeye.
İşin sonu da kalmayacak yoksa, ve çeviriyoruz gözlerimizi Tanrıya;
Alın terimizin karşılığıdır ayrılık!
*Ingeborg Bachmann (Çeviri: Ahmet Cemal)
Yanlızlıklarda eriyip gitmek kalabalıklarda çoğalmak mıydı gerçekten?
ve uçsuz bucaksız bir sahil kenarında kalakalmak. Dalgalara atlayıp tuzlu sularla boğuşmak,
engine doğru bilinmeyene kulaç atmak.
Emeğimizin karşılığını beklemek uğruna kaybolmak, oysa verdikçe değil miydi çoğalmak?
çoğalmanın tuhaf bir yanı yalnızlaşmak
Bilinmeyene uyanmak, anormallerle tuhaflaşmak normalleşmeye çalışmak.
Nefes almanın farklı türleriyle tanışmak, bulaşmamak uğruna başkalaşmak.
Kaldığın yerde didiklenip durmak, kendi kendinle hesaplaşıp başkalarıyla kaynaşmak sahi neydi yaşamak?
Nefes almak uğruna akan her saliseyle bir diğeri arasında kalışlanmak
An'da olmak olanı hakkıyla soluklamak....
Nurten Yurt
(Pandemi'de yazı çalışmalarından)