Elim ayağım
Elim ayağım
Kimi kâğıtlar Aydınlığa tutsanız Çizgi, resim, bir şekil. Ya da gizli mürekkeple yazılmış
Boş görünen sayfa
Okunur ısıya yaklaştırınca
Kimi şiirler
Okunur arkasında
Kendi ateşiniz varsa.Behçet Necatigil
Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.
Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.
MURATHAN MUNGAN
Billur kadehteki tınıyla fısıldadı. Sevmek bu mu şimdi? Gözlerine dalmak, onların içinde boğulmak, zamanın durması, nefesini dinlemek, akıp gitmek. Sende ölmek bu mu sevmek? Varlığımın yokluğu, tende birleşmek sevmek bu mu gerçekten? Geçmiş zamanların lanetimi yoksa? Böyle anlattı tüm aşıklar yok etti kendini sevdiğinde, onun yolunda, uğrunda. Varlığı onunla birleşti diye mi sevmek?
Gülünç muamma bu onlar böyle yaşadılar, böyle duyumsadılar diye mi bizde onları taklit ediyoruz? Sevginin tarifini yeniden yazalım. Başka bir şey belki de sevmek, onu yeniden icat etmek gerek. Soyumuzu kurtaracak bir kaşif gerek. Yeni bir insanlık yeşerecek belki başka türlü sevecek. Sevmek sevdiğini yemek, yedikten sonra öğütmek, tüketmek değil. İcat edin ne bileyim yeni bir şeyler üretin. Sevginin tarifini güncelleyin. Öyle yok olup gitmeyin, ey insanoğlu sahi neydi sevmek?
Emek hayır değil işte emek değil, yemek değil. Sürgüne gönderin tüm sevgileri, gelmesinler geri. Tarifini güncelleyin şu sevginin olmadı bu yüzyılda yeniden keşfedin. İnsanoğlunun en zalim duygusu sevmek, yeniden doğsun, sevgi adına yapılan tüm zulümler son bulsun. Sahi neydi sevmek? Bir pırlanta yüzük, evlilik, paylaşım, sonrası dışlaşım. Kaybolan yılların telaşında geçen başkalaşım zamanın ve sevginin katli. Ey insanoğlu yeniden keşfedin eksilmişe bir şeyler ekleyin güncelleyin sevmeyi varoluşu değiştirin, silin o duyguyu iliklerinizden.
Yeniden keşfedin farklılığı, yabanıllığı, vahşi arzuların dinginliği, saf masum varoluşu doğanın sonsuzluğunu. Soğuk donmuş bozkırları, taşı, toprağı, çorağı, kıtaları. Denizi, dalgayı, mercanı, tarağı, bırakın siz ataları yeniden keşfedin vatanı. Almayı değil vermeyi, karşılıksız ,hesapsız, sorgusuz, sualsiz ekleyin eksiltmeyin. Ne bileyim işte bir şeyler yapın, adını değiştirin demeyin sevgi sevinmesin gizli gizli. Yeniden deneyin keşfedin.
Nurten Yurt
Vicdanı rahattı. Derin bir nefes alıp küreklere asıldı. Anlatmıştı her şeyi, dalgalar pek
Hiç kimse biraz evvel dalgalara ceset bırakmış bir katil diyemezdi ona. Gerekeni yapmıştı, ömür boyunca azap duyacağına, bir canı katletmiş. Azabı ortadan kaldırmıştı. Rahattı artık. Motorun sesi üstüne üstüne gelince bir an ürperir gibi oldu. Sadece bir an.
Sonra yine kendini o anın rehavetine bıraktı. Küreklere asıldı, deniz yol verdi ışıldayarak dalgaların şavkı gözbebeklerinde ışıldadı. Sahilden gelen müziğin sesi dalgaların kürekle oynaşmasına katıldı. İyotun kokusuna yanık odun kokusu eşlik etti derin derin soludu. Şimşek mi çakmıştı? Bu havada olmazdı ki. Birazdan kıyı ya çıkacak eve gidecekti. Küveti doldurup içine girecek, şarap buz kovasında onu bekliyordu. Şöminenin alevlerini seyrederek rahatlayacaktı. Peynir tabağına uzanacaktı, midesindeki ekşimeyle birlikte diğer şimşekler çakmaya başladı.
Denizin dalgaları, kıyıdaki müziğin şiddetiyle artmıştı sanki. Oysa çok az kalmıştı. Kürekler ağırlaştı, deniz koyulaştı ışıltısını kaydedip zifire kesti. Rüzgar savurdu iyotlu tuzu yüzüne. Gözleri acıdı, yandı. Yaşlar boşandı. Küreklere asıldı, az kalmıştı, kıyı yakındı. Deniz kudurdu, çakan şimşeklerin aydınlatamadığı bir karanlıkla kalakaldı. Küreklere asıldı, balçığa saplanmış kalakalmıştı. Ufka baktı, karanlıktı. Kıyı uzaklaşmış, ışıklar kaybolmuştu.
Nurten Yurt
HAYAL ŞEHİR
Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir'den bak! Bir zaman kendini karşındaki rü'yâya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan;
O ilâh isteyip eğlence hayalhânesine,
Çevirir camları birden peri kâşânesine.
Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka
Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.
Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden,
Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen,
Nice yüz bin senedir şarkın ışık mîmarı
Böyle mâmûr eder ettikçe hayâl Üsküdar'ı.
O ilâhın bütün ilhâmı fakat ânîdir;
Bu ateşten yaratılmış yapılar fânîdir;
Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı.
Az sürer gerçi fakîr Üsküdar'ın saltanatı;
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,
Ezelî mağrifetin böyle bir iklîminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar hâlisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sâhilde, karanlıkta kalan her tepeden,
Gece, birçok fıkarâ evlerinin lâmbaları
En sahîh aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı
Yahya Kemal Beyatlı
Hayal Şehir
Meftune hanımın telaşlı sesi sokağı doldurdu.
-Yetişin komşular! Sarman ciğeri kaptı. Server bey taşlıktan koştu. Leman kadın
cumbadan sarktı.
Hain kedi çoktan sokağın köşesini dönmüştü.
-Eyvahlar olsun! Akşam Mehmet Ali Efendi'ye ne pişir ecem ben?
-Telaş etme komşu buluruz bir çaresini.
-Meftune hanım bi koşu alıp geliyim ciğerciden,
Lütfüzade sokağının dip köşesin de komşular, kaybolan akşam yemeği karmaşasını
çözmeye çalışırken sokağın amansız hırsızı sarman, servi ağacını
kovuğunda ciğeri mideye indirmekle meşguldü.
- Yoğurtçuuuu!
-Kazım Efendi şu tasa iki okka yoğurt koyuver. Sepetin içinde
parası aman dikkat et dökülmesin.
- Kazım usta bana bir tepsi ayır. Akşam dünürler gelecek anca yeter.
Geçen sefer biraz ekşi geldi bizim efendiye, tazedir bu inşallah.
- Töbe töbe o da ne demek? Geceden mayalarım benim yoğurdum ekşi olmaz
bilesin hanım.
- Kahrolası Sarman! Şu kediyi yakalayıp götüremediniz, koskoca mahalle her gün
bir kayıp.
-Arsız hırsız, geçen karda dayanamayıp aldım sahanlığa. Pirzolaların yarısını
götürmüş ruhum duymadan. O sinirle bulamadım. Bir de baktım mangalın yanına
kıvrılmış mırılmırıl dayanamadım.Kıyılmaz hayvana.
Gün servinin ardından devrilirken, Lütfüzade sokağının ihtişamlı köşkünün
cumbasına tırmanan sarman pek bir keyifliydi.
Nurten Yurt
(Pandemide Yazı Çalışmalarından)
Öykü kitabı, roman gibi soluk soluğa okunmaz. Durakları, esleri vardır öykünün. Tadını iyi bir duyumsamalı ki okur, bir sonrakinin farkına varmalı. Sait Faik’in öyküleri yaşamın, insanın içinden geçer, düşünmediğiniz detayın onun kalemiyle nasıl yüceleştiğini görür, yazmak bu işte dersiniz.
Bir kıyının dört hikâyesiyle devam ediyor kitap. Soğan Kayığı’nda gürbüz bir köylü çocuğunu, Kediler’de adanın kedilerini, Çocuklar’da yeni dostlarını Ve Ölü’de ölümün doğallığını anlatıyor kısaca. Babamın İkinci Evi size ikinciliğin burukluğunu fısıldıyor. İpekli Mendil’de genç bir aşığın sevgilisine fedakârlığı, avucundaki ipeğin yumuşaklığı gibi sarıyor sizi sözcüklerle, su gibi yaşam diyor kayıp gidiveriyor avuçlarımızdan.
Kıskançlık’ta genç karısının aslında genç çobana yakıştığını itiraf ediyor muallim efendi. Bohça adı gibi düğüm düğüm sözcükler, sahneler iç içe okuyorsunuz sonra duruyor iç çekiyor, hatta isterseniz çok dolduysa yüreğiniz, mendile uzanıveriyor eliniz.
Kalabalık zamanların harfleriydi onlar. Suskun bir köşeye çekilip oturamazlardı. Senfoni olmak adına karışıp dururlardı aralarında. Gürültü çıkarmak, ses getirmek isterlerdi.
Olay yazardı, ünlemler sıraya girerdi Noktalar ardı ardına dizilir, soru işaretleri bir köşede beklerdi.
Merak galip gelir, kaos ortamında dizilirlerdi. Öfke, kan, şiddet revaçtaydı ya; kimse sayfaya bakmaz okumazdı.
Şefkat, Sevgi, İlgi özlemle beklenirdi. Ayraçlar açılırdı. Dendenler satır, satır yazılırdı. Sözcüklerin senfonisinde kaybolmak güzeldi. Kalabalık sözcükler değil, sakin naif imgeler özlenirdi. Dokunduğunda tuşlara bir bir ardı sıra dizilirdi.
.......
Keyfi keder uzanmıştı ya sesi duyar duymaz fırladı. Pencereyi açtı, sokaktaki insan karmaşasına seslendi.
Neler oluyor orda?
Kalabalık bir anda dağıldı. Kimdi bu? Böyle naif bir bağırtı.
Zarifçe uzandı, boynunun çıkıntısını okşayan elin teması içini titretmişti. Gevşedi, teslimiyet bu demekti. Yasak da olsa bıraktı kendini. Bunca zaman duygularına gem vurmak öylesine germiş tiki, kopmak üzereydi.
Gülümsemesi dudaklarında kalmasın tüm vücuduna yayılsın istiyordu. Gevşedi, bıraktı kendini. Elin boynunun üzerinde gezmesi ilerledi, şahdamarının üstünde durdu. Ateşi, kanın akışını hissetti. Ağırlığı değil çılgınca hafiflikte kelebekleri.
Soramadım? Sana dokunmam bu kadar etkiliyor muydu? Rahatsız etmek istemiyorum, kırılmanı da, yine de sana dokunmadan duramıyorum. Öylesine naif, durusun ki. Bu kadar yakınken uzak olmana dayanamıyorum. Sarılmak ve hiç bırakmamak, beni hissetmeni istiyorum.
Köşe başı beklemek gibi, akıp gidemeyen yağmur taneleri. Hiç sevmem beklemeyi yordu beni yaşanmayan yaşanmışlıklar. Gidemiyorum da takıldım kaldım. Sözcükleri savurmak adına mıydı, yazılmamışlar.
Saklı gizli yaşamak istemem. Aleni apaçık olmak en güzeli, sevmenin günahımı olur. Bulutlar her şeyin farkında, sonra deniz, yıldızlarda.
Yazma halleri bütün bunlar, keyifle akıp gitmiyor sözcükler. Zarifçe kalem, kağıtta güzel, soruyorlar hep bir köşe başında. Gülümseyerek , yumuşakça çiziyorum oluşuyor , bir de bir araya gelip akıverseler...
Nurten Yurt
(Pandemi de Yazı Çalışmaları)