Semaver etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

Semaver

 

Öykü kitabı, roman gibi soluk soluğa okunmaz. Durakları, esleri vardır öykünün. Tadını iyi bir duyumsamalı ki okur, bir sonrakinin farkına varmalı. Sait Faik’in öyküleri yaşamın, insanın içinden geçer, düşünmediğiniz detayın onun kalemiyle nasıl yüceleştiğini görür, yazmak bu işte dersiniz.

Bir kıyının dört hikâyesiyle devam ediyor kitap. Soğan Kayığı’nda gürbüz bir köylü çocuğunu, Kediler’de adanın kedilerini, Çocuklar’da yeni dostlarını Ve Ölü’de ölümün doğallığını anlatıyor kısaca. Babamın İkinci Evi size ikinciliğin burukluğunu fısıldıyor. İpekli Mendil’de genç bir aşığın sevgilisine fedakârlığı, avucundaki ipeğin yumuşaklığı gibi sarıyor sizi sözcüklerle, su gibi yaşam diyor kayıp gidiveriyor avuçlarımızdan.

   Kıskançlık’ta genç karısının aslında genç çobana yakıştığını itiraf ediyor muallim efendi. Bohça adı gibi düğüm düğüm sözcükler, sahneler iç içe okuyorsunuz sonra duruyor iç çekiyor, hatta isterseniz çok dolduysa yüreğiniz, mendile uzanıveriyor eliniz. 

Orman ve Ev adlı öyküde önce ormanı anlatıyor, Haleplizadelerin ormanını, Dokurcun suyunun bereketi ile büyüyen ağaçların denize benzediğini söylüyor. Ev’de ev bir sofa, beş oda, bir mutfak, bir hamam, bir de arkada iki dönümlük yemiş bahçesinin gölgeliğine asılmış nişastalar, pestiller ve tarhanalar kuruyan bir balkon. Düğün gecesi adlı öyküde, eşinden genç bir güveyin, ilk gecesini anlatıyor sözcükleriyle sırtını yumruklayarak.  Şehri Unutan Adam’da neden unuttuğunu gösteren tipler çıkıyor ortaya. Sait Faik’in öykülerindeki tipler günlük yaşamda karşılaştığımız, ruhumuza sıkıntı, rahatsızlık veren tiplerdir kimi zaman. 
 Yazarın bunları yazarak ruhunu hafiflettiğini de keşfettim zamanla. Üçüncü Mevki adlı öyküyle trende buluveriyorsunuz kendinizi. Vagonun içindekilerin gözlerinde Sapanca gölünü izliyor, Kasımpaşalıyla Kayseri’ye yol alıyorsunuz. Karşınızdaki köylünün uzattığı domatesi paylaşıp, küçük çocuğun saçlarından aldığı masumiyetle uykuya dalıyorsunuz. Garson niçin garson olduğunu fısıldıyor, araya sıkıştırdığı Fransızca sözcüklerle, bir sonraki öyküde.  Bir Takım İnsanları anlatmış, bu öykü ”Hakiki Hayat Sahneleri” adı ile 1940’ta yayınlanmış Yeni Adam isimli dergide. İstanbul’un kışının bazen ne kadar uzun ne kadar bitmez tükenmez bir afet olduğunu söylüyor. Benimle Beraber Seyahatten Dönenler adı altında yayınlanan öyküler, yazarın yurt dışı seyahatlerinde hayat bulan öykülerdir. Sevmek Korkusu, hangi meçhul kadındı Sait Faik’i dağ şehrinden arkasına dönüp bakmadan ayıran diye düşündürüyor. Louvre’dan Çaldığım Heykel adlı öyküde Louvre’u Galatasaray resim sergisini gezer gibi gezdim diyor. Heykeli çalışını öyle güzel betimlemiş ki müzelerden, sergilerden çaldıklarımı hatırlatıyor bana. Robenson’la anlattıkları dünyadaki yerimizi sorgulattırıyor, insanoğlunu, denizi, limanları, benzerliklerini. Kitaptaki en uzun öykü İhtiyar Talebe, Sırp bir gencin savaşta yara alan ruhunu anlatıyor. Bir Vapur son hikâyesi kitabın, Fransa’ya tahsile giden gençleri, gemideki yolcuları, Tadla’nın güvertesinde yıldızların altında, Allah’a güvenerek müsterih bir çocuk uykusuna dalışını. 

Kitapta bulunan İpekli Mendil yazarın henüz lise yıllarında yazdığı bir öyküdür. Öyküler ilk olarak Varlık dergisinde (15 Nisan 1934) yayınlanmıştır.  Öykülerinde konu ve olaydan çok şiire ve etkiye en uygun zaman parçalarının üzerinde durmasını seven, bu dramatik anları incelemekte büyük başarı gösteren Sait Faik bir İstanbul hikâyecisi idi. Kaderlerine eğildiği, düşüren, düşürülmüş insanlarda çok kere kendi sıkıntı ve avareliklerinin dramını yaşadı. Çalışkan, işinde gücünde insanlar gördükçe, şehirden, kalabalıklardan sevinç duydu; kötülüklerle karşılaştıkça kırlara, kıyılara, sakin tenha adalara (Burgaz, Hayırsız Adalar); balıkçılara sığındı. Ada ve deniz öykülerinde kahraman sayısı az ve belli, şehir öykülerinde ise dikkati dağıtacak kadar bol ve çeşitlidir. Sait Faik yığınlar içinde gizli dramları bulup çıkardığı gibi tabiat senfonisini de derinlere işleyen bir ustalıkla yaşatmasını bildi. Kalemini güzelliklerin hakkını aramak, vermek, göstermek uğrunda kullandı. 

Nurten Yurt