Images

Çocuklar


Ben pazarları severdim. Patateslerin Adapazarlı, semizin kelime anlamında, çocukların çocuk olduğu zamanlarda. Pazarda tezgahta, yaz elması dolduruyorum torbaya. Tezgahın diğer tarafında on yaşlarındaki çocuk,Taha umutla soruyor babasına. "Baba yarın beni okula almaya gelecek misin" Baba bir taraftan elma tartıyor, sert bir sesle yanıtlıyor."Belediye'de işim var gelemem" Taha'nın suratı, yaz elmasının sapındaki yaprak misali, sözcükleri yuvarlanıyor tezgaha "Ben geldim ama"

Elmaları doldururken torbaya Taha'nın sözcükleri de karışmış araya, pazar tezgahları boyunca pek bir ağır geldi bana. Pazardaki Mürdüm gözlü çocuğu görüyorum. Tezgahı olmayan yola serilmiş kasaların arasında müşterilere hizmet için yarışan. Baba kükredi mi, mürdüm lerine kırağı yağan, belindeki cepli beze ellerini sokup dertop olan.

Eylül'de bir başka kokardı pazarlar, korku ve umutsuzluk kokusunu koklamaktan, ağır geliyor elimdeki torbalar. Çocuklar ah çocuklar ham bunlar, olmadan tezgaha karışanlar. Okulların açıldığı bu zamanlarda ya bir kitabın başında, ya da elinde kalem boş bir sayfada düşlüyorum. Tutup ellerinden sürüklemek istiyorum az ilerideki parka.

Pazar torbalarının ağırlığını, mutfakta bırakamıyorum. Elmaları boşaltırken Taha'nın sözcüklerini de doldurmuşum torbaya saçılıyor dört bir etrafa. Mürdümü kırağılı çocuğun bakışlarının acısını toplayıp koyuyorum tezgaha.

Nurten Yurt
Images

Deli Duman


  İsmini sevdim önce, okuduktan sonra dilini, samimiyetini gerçekçiliğini. Zaman ne de güzel girmişti o sayfaların arasına o güzel imgelerle. Romandan yansıyan gerçeklik öyle dokundu ki, bu kuşak için duyduğum tüm endişelerimi alıp götürdü. Böyleydik işte biz yıkılan yıkıntıların üzerine kurduğumuz yaşamlarla, yolda durup, eksiklerimizi tamamlamaya çalışırken tüm yanlışlara rağmen sevgimizle.

  Bizim dumanlarımız çok daha koyu ve acıydı. İki mavinin arasına hapsedilen bir zihinle, yaşamak ve ne olduğunu anlamaya çalışmak. Darbelerle gelen ölümler, taranan insanlar akan kan. Yanan bir boğaz, gökyüzünü kaplayan katran karası duman. Yanan sayfaların dumanını soluduk günlerce, yazılamayan romanları, demir parmaklar arasındaki kalemleri. Birbirimizin yüzüne bakamaz olduk, bir maşrapanın içine hapsedilen su misali. Zamanında yazılamayan, yazılsa da anlaşılamayan romanlarımız vardı.

  Edebiyatın bu güzel yansıması ve her şeye rağmen devamlılığı umut verici nesil için. Bu güzel romanı herkes okumalı, saatini ona göre ayarlamalı diyorum.

  Romanın karakterlerinden isimlerine öyle güzel bir kurgusu var ki, son sayfayı kapattığınızda evet diyorsunuz. İçinde olduğumuz tam da bu sayfalar, iyi okumalar.

Nurten Yurt
Images

Yazşıyorum - Merdivenler



Otuz gün boyunca Ağustos sıcağında Roman Yazıyorum adlı bir grupla çalışınca böyle oluyor. Kırküçbin küsur yazdın yeter diyorum dur, bak Eylül geldi en sevdiğin mevsim. Hem bu gün parti var, eğlence sakin yaşa terapi ’de yapmışsın zihnine, düşünme. Olmuyor, şehrin içinden geçerken algılar gelip yapışıyor zihnime, durur mu kurguluyor kendince. Yazı evinin sokağına girdiğimde tabela ’da yazan iki isim çarpıyor beni, merdivenleri çıkarken yazıveriyor kendince.

Zaman: Baharın başlangıcı Öykü Atölyesine gelirken, Özlem hocanın verdiği o meşum kelime; Tevfik bey merdivenleri çıkarken henüz öleceğini bilmiyordu. Bu kelimeyle bir öykü yazdım da, okuyanların kelime kıtlığı çekip, anda katilin kafa sesleri ile merdivenlerden inerken düşündüğü kurguyu anlamayacaklarını düşünüyorum. Sokak kalabalık, tabelada yazılı olan iki isim arasında yazılmış oynanmış senaryonun sonu. Derste sürekli karşı pencereyi izliyor, olayın perde arkasını kurguluyoruz. Avukat genç adam eşini vurmuş tabancayla, kendi karnına sıkmış sonra, ayrılmak istiyormuş kadın neden acaba? Biz masada Tevfik beyi nasıl öldürdüğümüzü okurken, iki gencin cenazeleri kaldırılıyor, karşı camda. Harika işte sana üst kurmaca; yazarın bahar başlangıcından, sonbaharın başına geçirdiği evrimin içindeki boşluk bir pencereden diğerine iki hayatın kurgusu, çarpıldığın tabeladan yansıyan sözcükler. Toprağa karışmış bedenlerin isimleri kalmış tabelada unutma yaz, yeter ki yaz.


Merdivenleri çıkarken roman yazan zihnimi nasıl öldürürüm bilmiyorum. Fakat son roman karakterimi yazıp atmazsam başım belada. Yazşıyorum’un keşfi beni rahatlatıyor. Olmadı taslak halinde bekleyen Yazı evinden Notlar var. Eylül’de geldi, merdivenleri çıkmayı sevmeye başladım bu aralar.

Nurten Yurt
Images

Gel Etme!


  Usta gel etme! Yanmaktasın. Siyaseti zamanın ateşten kor tutmak elinde. Yandıkça alazını etrafına sıçratıp yakmaktasın. Tez küle dönüp rüzgârla savrulmadıkça, dahi o külün içindeki kor la yol almadıkça yanmaktasın. Kitaptan önce kitap var ve dahi sayfalar. Kendi sayfanı bulup okumadıkça zarardasın yazdıkça öncesi var yazılan, anlam dahi an. An da okuduğunla anlamlanan. Zamanın metinleri, alfabeleri farklı ve dahi onlarla anlamlanan harfler, sürekli yer değiştirdikçe değişen anlamlar saklı. Silinmez yazılan ve dahi zaman yaksan da ardında kalan duman kapladıkça zihinleri arşın titrediği an toz dumana karışan şehir. İnsan ille de İnsan kalacak olan.

  Şehirler insanın aynasıdır. Aynadaki akis pek darmaduman, zaman vahim el aman. Gel etme o mabudu tepeme dikme. Senden önce dikilmişi, bertaraf etmek belki amacın. Dur düşün, düşün okumak bunun için var ve dahi göz görmek için. Senin gördüğün başka, bir diğer gözün ki bambaşka. Harflerin değeri var unutma. Ve dahi La’ yı hatırla. Ne zaman ki bu şehirde birileri bir sözcük hatası altı ile altını karıştırdı ve dahi doğudaki güneş dahi şaştı. Mağaradaki nurun ruhuna, şamdanın mumu karıştı. Mumlar kendini bitirse de, güneşe vuruldu perde. Her perdeyi kaldırmaya kalkan, kendi perdesini ekledi. An unutma an ve dahi gelecek zaman, dünya karışmakta ortalık toz duman. Halk ille de halk kırk yıldan fazladır, secde ederken dikilene yanına sen diğerini ekleme.
Images

Hausa Distosiye


Gerçeğe değil hayale bu sözcükler, bilirim ki hayallerin kabul edilebilirliklerine seslenmek her daim özgürlüktür. Zira kelimelerimin akrabalığını bilsem de, su terazisi ve çekülle el yatkınlığım oldukça acemi. Zira rakamların gerçekliğinden, sözcüklerin senfonisine sığınmış bir yazara yazmak haddim mi deyip, bir türkü tutturasım var ki sormayın gitsin.

Sayfaların arasında sıkışıp kalmış ruhumla sormak isterdim “yazar neden yazar” sadece kendine yazdıkları yetmez mi? Hayali kütüphanesinde kendi kendine yaşamak yaşamı reddetmek mi? Bildiklerini paylaşmak mıdır derdi? Yoksa bu yalnızlıktan sıkılıp yazdığına cevap almak mı? Yazıp postalamadıkça var edemez mi? Zira bu aralar gerçekle hayal arasında bir sorunum var. Gözlerim ve beynim oradan da ruhuma akan sözcüklerin esiri gibi bambaşka bir şeye dönüşmekteyim. Sözcüklerin uçtuğu söylenir ya varsın uçsun, başka sayfaların arasında yakalarım ben onları diyen zihnim inatlaşmakta, inatlaştıkça yok olmaktayım. Yokluğun o bembeyaz sayfasında doğmak için mi bilemedim. Kendi olmaktan sıkıldığı için mi kaçar insan o sayfaların arasına? Varoluşun o acımasız gerçekliğini yadsımak için mi?
Images

Merkezi Belirsiz Romanlar


Edebiyat tarihi, anlamı kendini az bir çabayla ele veren, kendini okuyucuya kolayca açan romanlarla doludur.Önceden belirlenmiş ve kolayca açığa çıkan bu anlama Pamuk "merkez" der ve büyük romanların güçlerini bu merkezin belirsizliğinden aldığını iddia eder. Moby Dick, Ana Karenina veya Karamazov Kardeşler gibi baş yapıtlarda yazarlar, merkez denen bu hayati noktayı sürekli gizli tutarak, açığa çıkmasını erteleyerek yada her yeni anlam katmanıyla birlikte bu merkezi başka bir düzleme taşıyarak ortaya şiirsel bir yoğunluğu ve derinliği olan metinler çıkarırılar.

Saf ve Düşünceli Romancı adını verdiği Norton dersleri kitabında Pamuk bu merkez fikrine ve merkezi belirsiz büyük romanlara bütün bir bölüm ayırmıştı;

"Bir romanda merkezin yerinin belirsizliği kötü bir şey değil,tam tersine, okur olarak aradığımız, istediğimiz bir niteliktir" Merkezin yeri çok belirgin, ışığı çok kuvvetliyse, romanın anlamı hemen çıkar ortaya, okuma zevki de bir tekrara dönüşür. Basmakalıp romanları, bilimkurgu romanlarını, dedektif romanlarını, tarihsel fantezileri, aşk romanlarını okurken bu türden bir merkez arayışında olmayız.

Pamuk'a göre "en büyük, en kontrollü ve planlı romancılar bile yazdıkları romanların 'merkezi' hakkındaki fikirlerini ancak romanı yazarken" oluştururlar. Genel bir hikayeden ya da bir kaç küçük ayrıntıdan yola çıkan yazar, kendi romanının merkezini onu yazdıkça keşfeder- tıpkı bu merkezi romanı okudukça keşfeden okuyucu gibi; büyük romanların merkezi, bu romanlar yazıldıkça yada okundukça yer değiştirir. Faulkner'ın birbirine paralel akan iki novelladan meydana gelen Yaban Palmiyeleri adlı romanını bu belirsiz merkez fikrine örnek verebiliriz. 20.yüzyılda yazılmış ve "romanda merkez" üzerine okuyucuya yeni sorular sordurtan diğer romanlar;  
Images

Yazar Söyleşisi


Geç gelen Yazarlık

Nalan Barbaros oğlunun bu haftaki konuğu Vecdi Çıracı oğlu ile Söyleşisi
 - Vecdi senin içine deniz ne zaman kaçtı?
 -Ankara’da yaşıyoruz, çöl gibi,Kocatepe cami yeni yapılıyor, demokrat partinin son zamanları Ankara hafriyat. Annem dedi ki denizi göreceksin, denizi bilmiyorum, ben zannediyorum çocuk falan. Meğer tatile gidecekmişiz Zonguldak’a. Gittik böyle bir tepeyi çıktık bir arabayla karşıma uçsuz bucaksız bir mavi çıktı. Acayip bir şey ama. Annem işte deniz bu dedi. Göğe bakıyorum mavi. Deniz öyle oldu, sonra Mudanya var. Mudanya da atlar var atlarla denize giriyoruz. Sonra üniversite yıllarında Rumeli Hisarı var. Rumeli hisarına gelince çok farklı bir yerde oturmakla yaşamak çok farklı. Yaşadığın yerin kedileri bile tanıdıktır sana. Deniz, teknem oldu orada yaşamaya başlayınca, balığa çıktım. Denizle iç içe bir yaşamım oldu.
Kara büyülü uykuyu yazmaya nasıl başladın?
Rumeli Hisarında oturuyorum orada toplar var. Her gün onları inceliyorum. Daha önce sanmarco atlarını yazmıştım. Merak ettim bununla ilgili bir makale yazmaya başladım. Yazarken tuhaf bir şey olmaya başladı, uykumda tuhaf bir şeyler görüyorum, bir atlı geliyor karşı yakada. Sonra bir tek ağaç var, atlı görüyorum, deniz yarılıyor. Sonra Kara Kitabı okudum orada da boğazın dibi var filan. Sonra ne yazdıysam cimri Kirpi’de Hattat yazdım, Orhan Pamuk Benim Adım kırmızıyı yazdı, sonra o bölümleri attım. Bir makine çizimleri yaptım İhsan Oktay Anar çizimli bir kitap yaptı o bölümleri attım. Şimdi böyle çakışıyor. Gürsel Koral’lada çakışıyor, hatta biri öyle bir yazı yazmıştı üçümüzü karşılaştıran. Uykumda bir şeyler gelmeye başladı, oturup yazdım, bir kahraman çıktı dökümcü, o döneme gittim. Sonra Hisar tarihini karşılaştırınca bir karakter çıktı ortaya ermeni ustalar çıktı, toplar dökülecek İstanbul fethedilecek, bir koyun çıktı Fatihin koyunları, İsfendiyar beyin, ortaya bir şeyler çıktı oturdum, beş altı sene yazdım. O sıralar fabrika kuruyorum, bir şeyler yapıyorum uzun sürdü. Serdar Koçağın eşi Emel Can yayınlarının roman yarışmasından bahsetti, gönder dedi. Bende gönderdim. Son anda Cuma günü verdim kıyısından, elli dört dosya işte orada ödül alınca.Değişti dünyam.  Edebiyatın zorlu bir iş olduğunu babamdan biliyorum. Kitap ödülü fuarda oluyordu, yeğenlerimi götürdüm, annemi götürdüm. Gurur duysunlar ileride hatırlasınlar diye. Ödülü aldık eve geldik, annem gördü, fuarda bunun nasıl bir iş olduğunu. Anladı beni, sen nasıl mutlu olacaksan öyle yaşa dedi. Edebiyat yapacaksan, onu yap. Makarna pişirir öyle yaşarız gerekirse. Ama işe gider gibi çalışacaksın. E.C.A da koordinatördüm ben.  Kırkaltı yaşından sonra başladım. İşi bıraktım, emeklilik falan da sorun değil. Annemin dikiş masası üzerinde başladım yazmaya. İşimi iyi yaptım hiçbir zaman iş aramadım, yayıncılar bulur beni, ben onlara gitmedim. Reklamda yapmam, fazla öne çıkmayı sevmem. Eser önde gitsin. Ben bunun kırk iki km bir yarış olduğunu düşünüyorum. Yüz km gibi koşamazsın. Çünkü on senede on beş senede edebiyatçı olunmuyor. Büyük bir çalışmayla oluyor. Vakfedecek sin kendini, onun acısını kimse bilemez. Yüz sene sonrasını düşüneceksiniz.
Sait Faik benim baba tarafından akrabam, Adapazarı kökenliyiz. O da öyle hiç tanınmaz bir ödül törenine gidiyor, kapıdan almıyorlar onu. Koşarak gidiyor adada çımacıya sarılıyor. Tanımadılar beni diye. Öyle olması lazım. Çok tuhaf yani, Televizyonlarda görüyorum bu kitabı yazarken çok eğlendim diyor. Kitap yazarken eğlenilir mi? Cam ya bu cam yerken eğlenilir mi? Kelimeleri bir araya getiriyorsunuz cümle oluyor. Cümleleri bir araya getiriyorsunuz, sizin göremediğiniz bir sürü yanlış yapıyorsunuz. Kitap acı çekerek yazılır, biz mazoşist değiliz ama bu böyle. Eğer bir sanat olarak görüyorsan böyle.
- Roman yazarken süreç nasıl gelişiyor?