Images

SEN NE İSTERSEN O SUN (4)

Çöl olmak istiyordu, uçsuz bucaksız kızgın güneşin kavurduğu sayısız kum taneciğinin var olduğu coğrafya. Dokundu klavyenin tuşlarına, ekran çöle döndü. Ateş, yanmak,kavrulmak dayanılmazdı, birden bir ferahlık hoşluk hissetti. Bir vaha belirmişti, bedeninde tam da güneşe dayanamayıp buhar olacağım diyeceği anda. Ilık ılık yayıldı ferahlık, ağaçların yeşili gölge oldu bedenine, suyun her zerresi dağıldı taneciklerine aldı hapsetti içine.
Kum taneciklerinin üzerinde kıvrılarak yol alan her kıvrıl ışında derisinde ışıkların kırıldığı bir yılan peydah oldu. Vahaya doğru yol alıyordu, bulunduğu mesafe oldukça uzaktı, oraya varabilecek miydi acaba? Güneşin sıcağı buna izin verecek miydi?
Images

SEN NE İSTERSEN O SUN (3)


 
Oscar, Londra'daki bürosundan henüz çıkmıştı ki telefonuna mesaj uyarısı geldi. Asansöre doğru ilerlerken mesajı okudu.Beklerken yoğun iş stresine rağmen bütün gün mesajı aklından çıkaramadığını far ketti. Oyunun başlamasına bir saat vardı. Woking'deki evine varıp, yemeğini yedikten sonra keyifle oyuna başlaması demekti. Derin bir nefes alıp asansöre bindiğinde gün boyunca ilk defa gevşediğini hissetti. Zemin katta kapılar açılıp, otoparka doğru ilerlerken ıslık çalıyordu. Dün oyuna ilk başlayan o olmuştu, bakalım bu gece neler olacaktı. Şu an hiçbir şey düşünmek istemiyordu, her şey klavyenin başına geçince oluşacaktı. O an ne olmak istiyorsa onu yazacaktı.
Son vurduğu smaç sayı olunca maçı bitiren hakemin düdüğü ile kızlar etrafını sarmıştı. Hızla zıplayıp omuzlarına tırmandı arkadaşlarının. Takımın kaptanı ve gözde oyuncusuydu Tina. Başındaki bandı çıkarıp saçlarını savurarak indi omuzlardan, koşarak duşların olduğu kapıya yöneldi. Üstündekileri bir çırpıda sıyırıp duşu açtı, duş jeline uzanıp sabunladı vücudunu. Sular üzerinden akarken saçlarını şampuanlayıp köpüklerin akmasını izledi. Kapının dışındaki havluya sarınıp dolabına doğru yöneldi, Çantasındaki telefona uzandı, mesajları okurken sevinçle zıpladı. Mesaj dakikasını hesapladığında, hızla giyinmeye koyuldu. Kampüse doğru koşarak gitmek ve biran önce bilgisayarının başına oturmak istiyordu.
Images

SEN NE İSTERSEN O SUN (2)



Kate elindeki kitaplara sarılmış fakülte yolunda ilerlerken, dün gece oynadığı oyunu düşünüyordu ne yapabilirdi ki yazdıkları onun için en uygun olandı. O ünlü tiyatro sahnesinde Bergerac ve yandaki şaşkın Peter pan' a uygun olmasa da Shakespear olmak istemişti. Genç yazar olarak sahnedekileri sadece seyretmek istemişti, tiyatronun temizliğiyle ilgilendiğinden eline kova ve bezleri tutuşturmuştu. Neden kalem ve kağıtla not almamıştı ki. O zaman kazanabilirdi belki de ne garip oyun bu böyle? Klavyede yazdıkların la anında ekranda görüntülenmek ve hissetmek. Oyun zamanı belli değil, telefonuna mesajla gönderilecek. Oynayanları da merak ediyordu? Kaplan da neyin nesiydi? Sahneye fırlayan kaplana rağmen dansına devam eden balerine imrenmişti doğrusu, Kaplanın korkusuyla uçan Peter pan sa görülmeye değerdi. Kaybetmesine rağmen izledikleri hissetmesine yol açmıştı oyun daha önceki oyunlardan oldukça farklıydı. Merakla telefonuna gelen mesajları kontrol etti. Tom'un mesajı bile heyecanlandıramadı onu, bu gün ne olacaktı acaba?
Alex Moda evinin kapısından hışımla girdi. Altın rengi ve bordo karışımı kartonpiyerlerin yanındaki mankenler kumaşların değişik çeşit ve renkleriyle sarmal anmışlardı. Asistan kızın selamını geçiştirerek,topuklarının zeminde çıkarttığı sesle ilerledi. Odanın kapısını açtığında Brian'ı kumaşlarla kaplı halde buldu, ayağa kalkıp, her zamanki sevecenliğiyle ipek gibi sarmaladı onu. Brian'ı nazikçe öpüp sarıldı, hızlı bir hamleyle odanın diğer ucuna yöneldi. Bir türlü sakinleş emiyordu, şu akşamki saçma oyun iyice çıldırtmıştı. Hala zihnini meşgul etmesi ne bir anlam veremiyordu.Bir de şu zaman meselesi vardı. Ne yani şimdi Clear'la olan randevusuyla çakışırsa ne yapacaktı? O nu o zaman düşünürüm deyip kovaladı zihnine üşüşen soruları ve eline aldığı sateni parmaklarının arasında kaydırarak Brian'ın anlattıklarını dinlemeye koyuldu.
Images

SEN NE İSTERSEN O SUN (1)

Maillerini gözden geçirirken dikkatini neden çekti bilinmez? Geçirdiği berbat günün etkisi olabilirdi, belkide sözcükler güzel gelmişti. Ne istersem o muyum? diyerek tıkladı. Açılan sayfanın göz alıcı renkleri içinde farklı bir boyutta sıralanmıştı sözcükler. Altında ki açıklamada kişiye özel farklı bir oyun denemesi olduğu, yedi kişi arasında, o gün belirlenen zamanda ve oyuna başlama sırası ile katılabilen bir oyundu. Oyuna ilk başlayan kişi an itibari ile ne olmak istediğini belirliyor, diğer oyuncular onun kurguladığı, olduğu karaktere kendince en uygun olanı seçiyorlardı. Süreyi oyuncular belirliyordu, olmak istediklerini oldukları anda sistem işliyor ve oyunu bitirerek oyun dışı kalıyorlardı. Her oyunda oyunun galibi ancak dört kişi oluyor, son üçe kalan kişi oyunu kaybetmiş sayılıyor ve günün oyunu sona eriyordu. Oyun meraklısı biri değildi, ilgisini çekmişti belki de oyun şartları, alttaki yanıp sönen oyuna dahil olan kişi dokuz hafta boyunca oyuna dahil olmak zorundadır. İbaresiydi. İstemsizce şartları okudum ve kabul ettim ibaresini tıklayıp, önünde açılan sayfaya baktı boş bir alan vardı. Ne olmak istiyorsun? ibaresi çıktı ve kayboldu. Ardından, Yaz! ibaresi geldi ve bir sayfa açıldı önünde açılan sayfa da yazılan yazıyı okumaya koyuldu.

Sahnedeki başrol oyuncusu Clano de Bergeracdır. Uzun burnu zamanının kıyafetleri ile iki yanından ağır bordo rengi kadife perdelerin olduğu büyük bir sahnede boş koltuklara baka kalmıştır.
Images

Zweıg'le Starbucks'ta Satranç



   Soğuğun böylesi görülmemişti uzun süredir bu mevsimde, hem ne vardı yana yakıla o kitabı arayacak, Bozkır Kurdu'da bozkırında kalsaydı ya. Bilmem kaçıncı sahafta çalan telefonun melodisi, adrenalini neden hissettirir ki? Bekleteceğin in Zweing'e dönüşeceğini bilse, birkaç sahafı es geçerdi belki de. Olsun beklesin koskoca bir Eylül'le baş etmişti birkaç dakikanın sözümü olurdu. Rakibin inatçılığı, kafasındaki sorular, cevabı bulabilecek miydi? Yedinci sahafta kitabı bulup Starbucks'tan girerken logosundaki karakterle uyumunu düşünürken yakaladım kendimi, Starbucks ada olarak daha anlamlı oluyordu.
Images

Mavi Çaydanlık

Mavi çaydanlığın kapağını açtım, içinden kırk yıllık demlenmişliğiyle sen çıktın dedem. Kırk yıl acıtmamıştı o iki yılı, seninle yaşadığım çocukluğumu tüm tazeliğiyle buram, buram buluverdim. Cennet kokusu taşıyordu, Adaçayı, Hanımeli, Akasya birazda, en keskini Gül dü. Sen bastonun ve aksayan bacağınla öyle tonton, duaların, radyodaki arkası yarınlar, Zeki Müren’den şarkılar la ulaştın.

Ben çocuk oldum, köprünün açılışını seyrettim seninle, sen sepet ördün, akasyada ki salıncağa takılmış bacağınla bizi bekledin, Gazino İzmir’den dönüşümüzü yıldızların altında. Kafama geçirdiğim Vita kutusunu çıkarıp, okşadın. Kundaktaki kardeşimin beşiğini salladın. Defneleri budarken sen, tepenin üstündeki kayanın tepesine çıkıp kayayı ayağına yuvarladım.
Images

Kitap


Dün sayfanın bir paragrafında hiç de beklemediğim bir anda C nin ağladığını gördüm, şaşırdım. C bu nasıl ağlar hemde hiç beklenmedik bir cümlede. N nin coşkuyla dolu paragrafının orta yerinde kullandığı cümlelerin C nin kendi sayfasındaki paragrafı farklı şekilde oluşturan cümleler olduğunu anladım.

Sonra tüm harfler bir araya geldik, bir sayfada, belkide bir paragraftır sadece ne fark eder? Ortaya çıkan metnin muhteşemliği önemli olan. Sonra , koyduk . vardı. ! çoğunluktaydı, kimi zaman? leri zamanı size bırakmayıp yaşadık. ... larla uzadık ( lar açtık kapatamadığımız. Cümlede yerler değişti, paragraflar yenilendi. Sayfa bir sonraki sayfanın ilk cümlelerine tanıklık etti. Sararmış bir sayfadan bir şeyler silindi, mürekkebi saf cümleler oluştu.