Images

Dalgalara


Gözden giren elden çıkmalı diyor Aşık Paşa. Gel gör ki çıkmıyor gördüklerim. Gördüklerimin tarifi yok. Sözlükte sözcük yok anlatamıyorum. Zira bütün sözcükler harfler birbirinin içine girmiş, karmakarışık. Görmek istemiyorum diyorum. Görmedim inkarı zor bu görüntünün. Yaşadığın çağda her görüntüye görmedim deyip gidebilmek, silebilmek zor. İnsan olarak durabilmek devam edebilmek. Her gün bir yerlerimizi, bir parçalarımızı bırakarak yürüdüğümüz bu yolda sarılmalıyız dört elle yaratabileceğimiz kadar bu dünyaya.

Durduğumuz anda daha çok oluyor kayıplarımız zamana ve zamanın getirdiği acımasızlığa. Yaşamın devamı adına gelecek için çocuklar için üretmeliyiz. Yarınları ve yaşadıklarımızı yarattığımızı unutmadan paylaşarak üretmeliyiz. Sevgi ile ötekilemeden, yargılamadan, çözüm bularak, yargıladığının bir gün sana kader olacağını bilemezsin. Yaşamanın zor zanaat olduğu şu günlerde paylaşarak ve üreterek yürümek hızlı adımlarla.

Denizin suyuna, insanlığının bir araya gelip çözüm üretemediği şu dünyaya ve dalgaların insanlık adına utandığı an'a.

Nurten Yurt
Images

Saf Sözcükler

Sözcükler öylece düştü boşluğa, görüntülerin hemen yanına. Tuhaf bir görüntü vardı, sözcüklerle bir türlü uyuşmuyordu. Görüntülerin kalemin ucuna takılıp hareket ettikçe değişmesi içimi bunalttı. 
  
  Boşluğun o ferahlığına kaçmak için ilerledim. Bir türlü o görüntü oluşmuyordu. Önümdeki boşluk açıldıkça yüreğime dolan ağırlık artıyordu. Yüreğim öyle ağırlaştı ki artık atmıyordu. İşte o zaman görüntü iyice karardı. O karanlık boşlukta yol almak çok zor ve anlamsızdı. Karanlığın bilinmezi, sözcüklerin cümleye dönüşmesi ve yok olması inanılmazdı. Karanlıkta yol alarak ilerledim. Öyleki ne sözcükleri, ne cümleyi boşluğu bile göremez olmuştum. 

  Atmayan kalbimle ilerleyen elim çok tuhaf bir yere sürükledi beni. Karanlıkta atmayan bir yürekle yol almak tuhaftı. Boşluğun karanlığı yavaş, yavaş aydınlandı. İlerleyen elim yorgunluktan bitap kaldı. Sözcüklerim tükenmişti ki işte o an kalbim atmaya başladı. Önümde açılan boşluğa yansıyan gökkuşağının renkleriyle elim canlandı. Boşluğun ardı sıra karanlıkta yazılan o cümlelerden sızan ışık gökkuşağının renklerinden çok daha saftı.

Nurten Yurt
Images

Yaşam

 Bazen zamanı unuttuğum oluyor.  Dalıp gidiyorum farkında olamıyorum, sayfaların arasından, kağıdın boşluğuna sonra o kendi tuhaf dünyama. Gündüz rüyalarının ışığında, sonra bir bakıyorum gün bitmiş.  Zaman ne çabuk geçmiş oysa ne çok şey vardı yaşanacak.  Yaşamak isteyip yaşayamadığımız o ... lar çok fazla yer alıyor hayatımızda.  Bir kısır döngüye girmiş hayatlar.  Paralele bağlamış sayfalarla bunaltılarımı kusuyorum. Boşluğun saflığında izi kalıyor biraz da kokuyormu ne?  Bırak koksun derdi hocam, koksun ki kokudan anlasınlar. Çabuk unutur insanoğlu, unutmazsa yaşayamaz. Varsın unutsun, işte o kokuyu duyunca unuttuğu anımsayan anlar.
 
  Yaşam biraz da bu derdi kendini unutmak.  Neyle uğraşırsan o olmak. Dönüp baktığında yaşanmıştır yaşanması gereken. Sorgulamak zaman kaybettirir insana hele de bu çağda. Görüntü yetiyor insanoğluna gerisini yaşayan anlar. Ürettiğin seni anlatır, paylaştığın çoğalır.  Yaşam böyle yaşanır.  Zamanı da yaşamı da fazla sorgulama sen yaşanması gerekeni yaşa.

Nurten Yurt
Images

Mecimi ce İmece


Akyazı’nın köylerinden Kuzuluğun fındık bahçelerindeydim. Üç gün mecilerle birlikte fındık topladım. Meci, imeceden geliyor, mevsimlik fındık toplayıcısı demekmiş. Fındık bahçeleri yanyana, çoğunun sınırları bir direk, çökmeye yüz tutmuş bir tümsek. Bahçeler bakımsız, fındık fideleri kocamış, dikene tutsak. Köylünün derdi, Ağustos sıcağında fındığı kurutmadan kaldırmak hasadı. Tarlasını bitiren, komşusunun tarlasını kaldırmak için bir diğerinin tarlasına gidiyor. Meci bulmak zor, birbirlerinin mecilerini ayartıyorlar.  Kadınlar topluyor fındığı, birkaç delikanlı var aralarında. Uzun fındık dallarını eğmek işi daha çok onların. Elleriyle fındık toplarken çeneleri işliyor kadınların. Yemek tariflerinden, hangi tarlanın bittiğine, bitmeyenin hikâyesine, kimin fındık hasadında ne yapacağına kadar her şeyi dinliyorsunuz. Hasat malum, fındığı satan ya oğlan everecek, ya evi yenileyecek, ya da ihtiyaç karşılayacak. Budama işleri erkeklere aitmiş. " onuda onlar yapsın, ne yapayım" diyor biri. "ben yaparım, erkeğim yok" diyor diğeri.  Ağırlık kadınlarda her zaman ki gibi. Sabah günün doğuşuyla kalkıyorlar. Evin işlerinden sonra sekiz buçukta tarlaya gidiliyor. Öğle ezanına kadar toplanıyor fındık. Öğlen yemeği paydosu, saat üçte tekrar başlıyorlar toplamaya, altı buçukta paydos. Eve dönüş, banyo saati ve akşam yemeği. Sonrası gökyüzünün meteor şöleni.  Kan, ter ve gözyaşı ise Arzu'nun üçlemesi.
 
Images

Hiroşima

    Bir Turna uçuyor şehrin üstünden, kapılar çalınıyor birer birer.  Şehir uykuda, uyanık olanlar kendi rüyalarında. 
Sadokanın fısıltısını duyanlar, Kağıttan Turnaların hikayesini iyi bilirler.  Hiroşima'ya atom bombası atıldığında iki yaşında olan Sadoka, On iki yaşında kansere yakalanır. Hastanede tanıştığı yaşlı kadının tavsiyesi üzerine kağıttan bin turna yaparsa iyileşip sağlığına kavuşacağına inanır.  Bu inançla yapar turnalarını, öykü tüm dünyada duyulunca binlerce kişi turna yapıp gönderirler. Sadoka altı yüz otuz yedinci turnasını bitirdikten sonra veda eder hayata. Dünyanın her yanından gelen binlerce turna kuşunu göremez Sadoka. Japonya'da bir müzede sergilenir dünyanın her bir yerinden gelen, umut taşıyan kağıttan turnalar. 
  Nazım bir şiir yazar Atom bombasına isyanını anlatır, dizelerinde. 
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem                            
Images

Ödünç Yaşamlar



 Gündemin ve güneşin sıcaklığıyla nefes almakta zorlandığımız günlerde güzel bir gece yaşattığı için Ali Poyrazoğlu’na ve Kadıköy Belediyesine teşekkürler.

 Özgürlük Parkındaki Tiyatro Festivalindeydim. Ali Poyrazoğlu’nun "Ödünç Yaşamlar" adlı oyunu için oldukça bir kalabalık birikmişti. Sıranın uzunluğu, genç, yaşlı insanların arasında izlenimlerle pek bir keyifli geçti. Oyunlar saat dokuzda başlıyor, bir saat önceden gitmekte fayda var. Akşamın serinliği, havuzun şırıltısı, ağaçların ferahlığıyla Özgürlük Parkı her daim nefes alınacak yerlerden. Tiyatro festivali 17 Ağustosa kadar devam ediyor.

 Amfi Tiyatroya girdiğimde her yer dolmuş, sandalyelerini yanında getirenler boşlukları doldurmuştu. Kalan boşluktaki girişte dolduğunda kapılar kapandı. Poyrazoğlu her zamanki neşesi ve enerjisiyle sahnedeydi. Tuluatın ustasından stand-up tek kişilik bir oyun. Oyunun konusu Poyrazoğlu’nun sahne yaşamında geçirdiği yıllar. Araya giren uyarlanmış gündem hicivleri güldürüyor seyirciyi.
Images

Kuzguncukta bir Kitapevinden

 Güneşin ışınlarıyla başından aşağı yandığın yetmezmiş gibi asvalttan yükselen ısı da bunaltıyordu. Yokuş aşağı inerken merdivenlerin yanıbaşındaki kütüğün üstündeki oniki sayısı kırmızı kırmızı sırıtıyordu. Kurumuş köklerin" şu an o asvaltın altinda olup yaşasaydım, yeşil yapraklarım güneşin ışınlarına gölge olacaktı." fısıltısıyla merdivenleri hızla indim. İncir ağacının sıcaktan zımparalanmış yapraklarının kokusunda ferahladım. Sokağın başında iyotlu esintiyi iyice içime çektim. Yolun iki yanına sıralanmış asırlık çınarlara şükrettim. Şehrin her şeye rağmen inatla ve hatta savaşarak ayakta kalmaya çalışan semti Kuzguncuk.
 Bostan duruyor şükürler olsun, o yeşillik gözlere gönüllere şenlik. Küçük,renkli semtin ilginç eskicileri, sahafları ve cafeleri önündeki masalarda insanlar günlük meşgulietlerinde. Mevsimsel sakinlik sokağa yansımış. Gölgeye sığınmış semtin hayvanları uykuda. 

  Evvel Zaman İçinde'nin tabelasını göremeyince üzüldüm. Dükkan sahibi iki yıl önce devraldıklarını söyledi. Gülümser hanım güneyde bir sahil kentine yerleşmiş. İki yıl ne çabuk geçmiş, dükkan değişmiş, masalsılığını yitirmiş. Çekmecelerdeki eldivenler Munganın öyküsünü hatırlattı, askıdaki çocuk elbiseleri de eski zaman giysilerini. Biblolar, şapkalar, objeler, şeylerin dünyası işte. Dükkandan çıkarak ana sokağa doğru yürüdüm. Ayazmayı ziyaret edemedim kapalıydı, sadece pazarları açıkmış artık.