Images

Laleli


Laleli ismi gibi değil, La, le,li, şiir gibi sessiz ve seslinin oluşturduğu ahenk isminde sadece. Sesli, hem de çok sesli bir orkestra, rengarenk şal misali. Caddeleri, eşilen kaldırım ve trafik nedeniyle, teneke kutuların kitlendiği çek çek araba cenneti. Hava alanından sonra en fazla bavul bu sokaklarda. Sorulan adresi bilmeyen insanların, yaşadığı yer Laleli.


La ilk buluştuğumuz yer, benim içinde seksenli yılların Araplarla dolu küçük eski dükkanlarının yerinde yeller esiyor. Oteller, alışveriş merkezleri, tarihin üzerine renkli bir yama, olmadı cila her yer insan kaynıyor. Bir zincirli han dır, yollara düşüyoruz, önümüze kim çıksa soruyor, bilemedi bak diye kızıyoruz adama. Eski zaman seyyahları gibi yol alıp, hanın adının Taş Han olduğunu hatırladığımızda buluveriyoruz. Taş hanın, taş duvarları yerli yabancı etiketlerle kaplı, renkli ışıklar, florasallar yabancı bu duvarlara. Avludaki sedirlerde soluklanıp, kahvelerimizi yudumluyor dağılıyoruz.

Le Laleli cami, mimarisinin muhteşemliğini, öğle güneşini defne ağacının yapraklarını siper edip fotoğraflıyorum. Avlu kalabalık, Cuma telaşı, öğle güneşi tam tepemde sıcaklığını hissettiriyor gevşiyorum. Kara kedi, Sarmanın hemen yanında malum ayı hatırlatıyor mırnavlarıyla. Merdivenleri inip tramvay yolundan karşı sokağa geçiyorum. Vitrinleri seyrederek yürüyorum. Tekstil cenneti Laleli. Meydana geliyor, karşı caddeyi izliyorum uzaktan, geçmişten bir yerlerden hatıralar doluşuyor zihnime. Dönüp yan sokaktan vitrin seyrederek yürüyorum. Güneş yakıyor, giysiler bunaltıyor, soyunmak istiyorum, hani neredeyse derimi bile çıkarıp atmak. Kalabalık boğuyor, tarih kıyıda köşede saklı, doğanın yok olduğu bu sokaklar yabancı. Hana bir an önce ulaşmak üzere hızlanıyorum.
Li Taş hanın taş duvarları nargile kokuları ve loş ışıklarıyla kucaklıyor. Üst katlara çıkıp kuytu köşeleri fotoğraflıyorum. Florasalları söküp yerine meşaleleri takmak istiyorum. Görüntü kirliliği etiketleri sıyırmak, taş duvarları soymak. Avluya inip kahvemi yudumluyorum. Şadırvanın su sesi güzelde hidroforun homurtusu olmasa. Başımı kaldırıp maviliğe kanat açan martıyı selamlıyorum. Sayfaya kalem tutan elimim gölgesi düşüyor, Laleli, diyorum son kelimede görüntülü insan sözlüğü..


Nurten Yurt
































Images

Şiir neden yazılır?

Şiir neden yazılır? Guantanomadan Şiirler adlı kitabı okuduğumda, uzunca bir süre bu soruyu sormuştum kendime. Ağır çok ağır geldi bu şiirleri okumak, bu çağın insanı olarak yaşamak yeterince zordu. Ekrandaki savaşları görmemek için televizyonun düğmesini kapata biliyordunuz. Lakin düşünce denen zihninizde böyle bir düğme yoktu ve sürekli fısırdayıp durdukça, biraz daha insanlığınızın bir parçasını bırakarak yaşama devam ediyordunuz. Böyle bir dünya da hala biraz insan kalabilmek için, insanlığın ruhuna son bir haykırış bu şiirler.

Guantanamo tutukluları bu şiirleri, kâğıt ve kalemleri olmadığı zamanlarda, kendilerine verilen yemeklerin kâğıt tabaklarına, su içmeleri için verilen kâğıt bardaklara, çakıl taşlarıyla, diş macunu kullanarak yazmışlar.
Şiir her daim güzel duygular vermeyebilir insana, acıtır, kanartır bazen insanlığını.
Images

Lizbon'a gece treni

Son zamanlarda zevkle okuduğum, okurken bitmesin diye araya başka kitaplar sıkıştırdığım, kelimelerin kuyumcusu sözcüğünü yakalayabileceğiniz bir kitap Lizbon’a Gece Treni. Pascal Mercier takma adıyla basılan kitabın yazarı Berlin’de felsefe profesörü olan Peter Bieri. Yazarın bundan ayrı basılmış dört kitabı daha var.

Yazar kitabın başın da Montaigne’inin Denemeler ’in den ve Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabından kısa bir alıntıya yer vererek okura ipucu vermiş. Severim böyle kitapları, kitapta ilerlerken zihnimdeki o ışığı yaktığından olsa gerek tanıdık gelir kelimeler. Kitabın kahramanı Gregorius elliyedi yaşında bir dilbilimci, kırk iki yıl önce öğrenci olarak girdiği okula, dört yıl sonra öğretmen olarak başlıyor ve devam ediyor. Konusunda uzman olan hoca Mundus olarak anılıyor, çekemeyen meslektaşları, papirüs olarak tanıyor. Yazarın bu kelime oyunları okuma zevkini körüklüyor ki, yağmurlu bir sabahta köprünün ortasında bir kadın çıkıyor karşısına ve Mundusun alnına kalemle unutmaması gereken bir numara yazıyor. Kahramanın kurgusu bile müthiş, sonrası bir sahaftan aldığı bir romanın yazarının hayatına uzanan bir yolculuk üzerine. Yazarın hayatında yer alan kişilerle zaman zaman kendi hayatıyla bağlantılar kurup öyle tanımlamalar yapmış ki sözcüklerin kuyumcusu sözünü hak etmiş. Felsefenin insan hayatındaki yerini, Dilbilimin ne olduğu insanları nasıl etkilediğini kurguyla çok iyi bağlamış.

Bunlar benim görüşlerim, gruptaki arkadaşlarla paylaşımımızda, Felsefenin roman içine sıkıştırılmasını beğenmeyenler oldu. Kitabın karakterlerinin çokluğundan yakınıp kim kimdi, anlayamadım tekrar başa döndüm dediler. Kitap ancak tatil zamanı okunacak, yoksa günlük hayatın koşuşmasında tadına varılmıyor diyenler oldu. Çok güzel bir yolculuk kitabı olarak adlandırıldı. Gecenin sonuna doğru dört arkadaşımızın da paylaştığı bir şey dikkatimi çekti, babalarının onlara yazdığı mektup, son iletişimleri, babaları hay atta olan arkadaşımızın babasının çocuğuyla olan iletişimi. Bu güzel geceyi bize hazırlayan arkadaşımız Sezen’e, gecenin karanlığını aydınlatmak için erguvan ağacına ışık sistemi takan arkadaşımıza, teşekkürlerimi iletiyorum.
“Her birimiz birden çok kişiyiz, pek çoğuz, ifrat sayıda kendimiziz. Bu yüzden, çevresini küçümseyen kişiyle o çevreden zevk alan ya da onun yüzünden üzülen kişi aynı değildir. Varlığımızın engin sömürgesinde farklı düşünen ve farklı hisseden pek çok türde insan vardır.” ( Huzursuzluğun Kitabı)
“Hepimiz küçük parçalardan oluşuruz, bu parçalar öyle şekilsiz, öyle farklıdırlar ki birbirlerinden, her biri her an canının istediğini yapar; bu yüzden kendimizle kendimiz arasındaki farklılıklar, kendimizle başkaları arasındaki kadardır. ( Denemeler- Montaigne)
“ Ben hala oradayım, zamandaki o uzak yerde, oradan hiç ayrılmadım, şimdiki zamanın içine yayılmış yaşıyorum, ya da onun dışına. Zamanı öne sürüklemiş olan binlerce değişiklik, hissetmenin bu zaman dışı mevcudiyeti ile ölçüldüğünde, bir rüya gibi geçici ve gerçekdışılar.” ( Kitabın içindeki kitabın yazarı Prado’dan)

Nurten Yurt
Images

Yaşarken yazılamayan tarih


                                             
Tarih tekerrürden ibarettir, atasözümüzle sabittir. Yaşarken yazılamayan bir tarih elbet tekerrür edecektir. Yaşadığım ülkenin kaderidir bu, kırk yıl boyunca maalesef değişen hiçbir şey yok yazın adına. Özgürce yaşananları yazamayan bir kalem hiçbir şey üretemez. Edebiyat tarihimizde son kırk yılda üretilen eserlere bir bakın hangisi yaşananlara zaman itibarıyla dem vurabilmiştir. Seksenli yılların zindanlara hapsedilen gerçekleri, son on yılda roman ve dizi senaryoları olarak arzı endam etmiştir ancak. Bu yüzden ilerleyemeyip, hep yerinde saymamız. Gerçeğe ne hacet yaşıyoruz, sanatçılarımız da var, akil adam yapıyoruz onları bir de yetmez mi?

Kalem hem de özgür kalem ne işe yarar ki, halkın arasına nifak tohumları mı ekmek niyetiniz? Düşünmeyen, düşünmeyi bile beceremeyen topluluklar yaratılır böylelikle, ekran karşısına geçip seyrederler, yaşayamadıkları yaşamları. Hem yıllar önce tüm ülke bir maşrapanın karşısına geçip seyreylemedik mi? Türküler dinledik Türkiye’mden gerçeklere kulak tıkayarak. Yıllar sonra maşrapanın içindeki su taşıp şelale olmuş neye yarar, onu da dış mihrakların sondajı bu, der gargara yaparız. Gençlerimiz üç harflilerin yarışlarından zaten yorgun, kitap okumakla düşünce denilen o fitne-i fücuru hortlatmayalım onlarda, papağan gibi ezberlesinler, ezberlerini yeter.

Yaşanan zamanların tarihi yazılamaz, yazılırsa da kapattırılır o yazan neşriyat. Tarih okunmasın, biz anlatırız sonra onlara ekranlardan, tarih bilirkişilerimiz var o kadar, geçsinler karşısına dinlesinler. Yaşayamadığımız zamanların bir otuz yıl sonra ekranlardan film şeridi gibi geçmesi, yaşarken yaşadığımız en acı anlardır bizim kuşaklar için. “ Tarih geçmişte yaşananlardan ders almak için vardır” bu söz de nereden düştü zihnime bilmem? Benim ülkemde hep tekerrürden ibaret bir tarih varken. Yirmi yıl önce içime düşen bir ateşin küllenmemiş, hala yanıyor olması olmasın acep neden?



Nurten Yurt






Images

Edebiyat Ölmelidir!

CNN Türk ekranlarında yayınlanan "Aykırı Sorular" programını hazırlayıp sunan televizyoncu ve yazar Enver Aysever'in yeni kitabı Pazartesi günü raflardaki yerini aldı.
İki ciltten oluşan "Nasıl Yazar Olunur?" ve "Edebiyat Ölmelidir" kitapları yazı yazmak ve yazarlık üzerine konuları işliyor.
Enver Aysever yeni kitabıyla ilgili twitter sayfasında şunları söyledi:
"Bir yazar için her yeni yapıt biraz olum biraz diriliştir. Pazartesi günü yeni iki kitapla okurla buluşacağız. Yazmak, okumak, yazarlık üstüne. "Nasıl Yazar Olunur?" ve "Edebiyat Ölmelidir" iki cilt olarak yayınlanıyor. Yazmak, okumak, yazarlık üstüNE
Images

Ulysses için kutlama


James Joyce‘un destansı romanı Ulysses için dünya çapında düzenlenen Bloomsday kutlamaları, bu yıl Google’ın katkısıyla tüm yerküreye yayıldı.

James Joyce’un efsanevi romanı Ulysses için 1954′ten bu yana her yıl 16 Haziran’da düzenlenen kutlamalar, bu yıl en az romanın kendisi kadar “şaşırtıcı” oldu. Efsanevi roman, teknolojinin katkısıyla bu yıl ilk kez güneşi izleyen bir yönde, dünyanın 25 kentinde baştan sona İngilizce okundu. Türkçeye iki çeviriyle kazandırılmasına karşın Ulysses‘in okunduğu ülkeler arasında Türkiye yer almadı.

1954 yılından bu yana Ulysses romanının geçtiği gün olan 16 Haziran’da her yıl dünyanın belli başlı kentlerinde edebiyatseverler, romanın başkahramanı Leopold Bloom’un adına atfen Bloomsday’i kutluyor. Bir Dublin sabahı deniz kıyısındaki bir kulede başlayan roman Leopold Bloom ve Nora Barnacle’nin Dublin’in güney kesimlerinde gezisiyle sürüyor ve bir günlük bir zaman diliminde geçiyor. En büyük kutlamaların yapıldığı Dublin’de Joyce hayranları, her yıl roman kahramanlarının rotasını izleyerek yürüyüş yapıyor. Edebiyat dernek ve kulüplerinde romandan pasajlar okunurken kutlamalar birçok mekâna yayılıyor.

Google, bu yıl Bloomsday kutlamalarına katkıda bulundu. Bu nedenle iki güne yayılan kutlamalarda Leopold Bloom ve Nora Barnacle’ın Dublin’i aylak aylak dolaştıkları saatlerde dünyanın 25 kentinde video konferans hizmeti olan “Google+ hangout” aracılığıyla romandan pasajlar İngilizce seslendirildi.

Yeni Zelanda’dan itibaren güneşi izleyen biçimde Melburn, Sidney, Tokyo, Beijing, Şangay, Singapur, Moskova, Pula, Zürih, Trieste, Edinburg, Bangor, Dublin, Cork, Londra, Sao Paulo, Santa Maria, New York, Boston, Chicago, Ottava, Montreal, Toronto ve San Fransisco’da okunan parçalar internet üzerinden dünyanın dört bir yanında izlenebildi.

Google İrlanda birimi yetkilisi Sophie Walsh konuya ilişkin açıklamasında Ulysses‘in dünyada ilk kez değişik zaman dilimleri ve değişik ülkelerde baştan sona okunmasının çok heyecan verici bir etkinlik olduğunu bildirdi.

Kaynak: Ankara Haber Ajansı (17 Haziran 2013)