O zamanlar, sarı saçlı, mavi gözlü devin, yetiştirdiği hayvanlar pek bir özeldi. Yaşadığı yerden, kullandıkları malzemelerin yaratıcılığına ve yiyecekleri inanılmazdı. Komşularımız inanamaz, bu tuhaflıklara şaşkınlıkla itiraz ederdi. Evin büyük balkonunun altında kümes vardı . Bu kümes hatırladığım kadarıyla eğilerek girilecek bir yükseltide olmasına rağmen, babam toprağı kazıp, mıcır taşlara karıştırması sonucu bir insanın rahatlıkla gezebileceği bir yer olmuştu. İçeriye ışık girmesi için iki pencere açmış, tellerle kaplamıştı. Tavukların tüneklere ulaşması için, Ihlamur ağacı dallarından merdivenler yapmıştı. Akasya ağacından tünek kazıkları ki, hatırlarım bu kazıklardan biri toprağa çakıldığı için köklenmiş ve mevsiminde yapraklanıp çiçek açmıştı. Gelelim tüneklere, eski sandıklardan, sepetlerden, beşiklerden tünekler vardı.
Bu tüneklerin en ilginci hiç kuşkusuz şimdi markasını hatırlama samda, çocukluğumun saatlerce karşısına geçip arkası yarın adlı piyeslerini merakla beklediğim radyo idi. Ön cephesi hasırdan, yanları parlak ahşap, tuşları ve iki yanda düğmeleri ile bir radyonun içine samanları doldurmuş folluk yapmıştı.
Babamın tavukları da bir acayipti zaten nasıl olmasın, su içtikleri yalak bozması yüz yıl öncesi bir saraydan çıkma lavabo idi. Kümesleri bir ev boyunda, güneş alan, tünek kazıkları akasya ağacından, biri canlı ve çiçekler açıyor. Bu tüneklere ıhlamur ağacından yapılmış merdivenlerle ulaşılıyor. Folluklar beşik, sepet ve radyo. İnanın kırıta kırıta bir kurumla çıkarlardı ki o merdivenleri görseniz altın yumurtlayacak sanırsınız. Gıt gıt gıdak ne o yumurta yapacak. Kümesleri de yetmezdi onlara, merdivenlerden balkona çıkar. Balkondaki mermer masanın üzerindeki kahvaltıma rahat vermezlerdi. Ben sinirle bir, iki kovalar üçüncüde birini yakalayıp hırsla balkondan aşağı savururdum. Sersemleyen tavuk gün boyunca tavukluğunu unutup hindi modunda gezmeye başlayınca babam telaşlanır. Kargalara kızar, sularını ilaçlar, kümeslerini kireçler. Tabi tüm bu angaryalardan payıma düşeni yaparken daha bir hırslanır, diş bilerdim. Tavuk kendi moduna geçmeyip hindilikte ısrar ederse şansı yoktu. Hemen kesilip bir komşuya ikram edilir, ya da annemin gönlü yumuşatılıp akşam yemeği olarak sofrada arzı endam ederdi.
O zamanlar Bermuda Şeytan Üçgenini merak ederdim. Birde Kızıl Maskeyi, Mandreke nin nasıl olup aynanın diğer tarafına geçtiğini de.
Babamın tavukları da bir acayipti zaten nasıl olmasın, su içtikleri yalak bozması yüz yıl öncesi bir saraydan çıkma lavabo idi. Kümesleri bir ev boyunda, güneş alan, tünek kazıkları akasya ağacından, biri canlı ve çiçekler açıyor. Bu tüneklere ıhlamur ağacından yapılmış merdivenlerle ulaşılıyor. Folluklar beşik, sepet ve radyo. İnanın kırıta kırıta bir kurumla çıkarlardı ki o merdivenleri görseniz altın yumurtlayacak sanırsınız. Gıt gıt gıdak ne o yumurta yapacak. Kümesleri de yetmezdi onlara, merdivenlerden balkona çıkar. Balkondaki mermer masanın üzerindeki kahvaltıma rahat vermezlerdi. Ben sinirle bir, iki kovalar üçüncüde birini yakalayıp hırsla balkondan aşağı savururdum. Sersemleyen tavuk gün boyunca tavukluğunu unutup hindi modunda gezmeye başlayınca babam telaşlanır. Kargalara kızar, sularını ilaçlar, kümeslerini kireçler. Tabi tüm bu angaryalardan payıma düşeni yaparken daha bir hırslanır, diş bilerdim. Tavuk kendi moduna geçmeyip hindilikte ısrar ederse şansı yoktu. Hemen kesilip bir komşuya ikram edilir, ya da annemin gönlü yumuşatılıp akşam yemeği olarak sofrada arzı endam ederdi.
O zamanlar Bermuda Şeytan Üçgenini merak ederdim. Birde Kızıl Maskeyi, Mandreke nin nasıl olup aynanın diğer tarafına geçtiğini de.
O zamanlar kışın boğazın üstünde bir hafta boyunca duran o siyah bulutu da çok merak etmiştim. Maya ile kaptan körkün mr.spak'la bulutun içinden inip bahçeye ışınlanacağını bile yazmıştım. Köprünün üstünden gökyüzüne ulaşan rengarenk ışıklar içindeki uzay araçları vardı. Mantar biçiminde ve kırmızı noktaları olurdu. Yaz gecelerinde parlayan yıldızlarında isimleri vardı. En parlağı kutup yıldızı değildi. Büyük ayı, küçük ayı çocukların yutacağı bir hikayeydi. Kül rengiydi, Kartopuydu, Dumandı. Patraş, Tilki, Alaca, Bambi, Karaburun, Kalem, Cici, Yaman, Karabaş,Suşiydi.
Tüm bu yıldız isimlerinin sebebi uzaya gönderilen köpek Laikaydı. Onun hikayesini hiç unutmadım, aya her baktığımda onun ruhunu orda hissederim. Bu yüzden gökyüzündeki yıldızlara köpeklerimin ismini verdim.
O zamanlar ağaç tepelerinden inmezdim. Şeker kız Candy, Çalıkuşunun Feridesi misali. Dizkapaklarım hep yara bere, kollarım çizik içinde. Salıncak vazgeçilmezim. Volan vurmak ezberimdi. Akasyalar açarken boğaza karşı uçmanın tarifi yok. Yıldızlı gecelerde, hamak içinde şarkı söylemek pek bir güzeldi. Beni hep bu güzel havalar mahvetti. Şairlerin dizelerinden gökyüzüne bir merdivenim vardı. Kırgın ruhumla saklandığım sayfalar sarıp sarmalardı. Tom amcanın kulübesi, Şeker Portakalı, Tom Sawyerın maceraları, Küçük Kara Balık, Kaf dağının ardındaki Zümrüdü Anka olmak bilgi ağacındaki her bilgiyi yalayıp yutmak.
O zamanlar diz boyu karlar vardı. Kartopu savaşları, kızaran burunlar, soğuktan donan parmaklar. Yine de bütün çocuklar sokaktaydık. İç içe kucak kucağa oynamaktaydık.
O zamanlar, kardan adamlar adam gibi adamdı. Sabahtan akşama cıvıyıp erimez, günlerce dimdik ayakta kalırdı. Hayat zordu, insanlar zoru kolay yapmanın bir yolunu bulurdu. Umut hep vardı, karanlık gecenin sonunda güneş doğardı. Boğazın dalgası, ayazı hiç eksik olmazdı. Gemiler batar, deniz haftalarca yanardı.
O zamanlar leylaklar nisanda, güller mayısta açardı. Yediverenler hariç, karda açan bir gülüm vardı. Merdiven başında beyaz çiğ taneleri koklardım yapraklarında.
Nurten Yurt
(Yedi yılda tamamlanmayan yazılardan)
0 yorum :