Mürver Çiçeği sokağından girer girmez, iş makinelerinin gürültüsü dolduruyor sokağı. İki koca binanın ortası inşaat alanı. Yıkılan binanın kırmızı tuğlaları, fayansları yapışmış, ayaktakinin, yan cephesine inatla. Karşı sokağa giriyoruz, kalabalık, dükkânların iç içe sıralandığı. İnsanların gün ortasındaki koşturması. Oflular pasajının arka sokağı, masrafçı inci’nin pasajı, sesler büzüşmüyor çoğalıyor adeta. Sokağın bitimi Halitağa Caddesi, caddenin zemini, yeni Arnavut taşlı. Bir yanda büyük bahçesi ile Kemal Atatürk İlköğretim var. Köşe başında Ayrılık Çeşmesini geçip, Yel değirmeninin kanatlarını andıran sokakları keşfe çıkıyoruz.
Denize inen sokakların, başında durup iyot kokusunu çekiyorum içime. Eski evlerin yenilenenleri, maskeleriyle suretsiz. Kendi kaderine terk edilmişler, yaşanılmış hikâyeler gizliyor, dökülen sıvalarında, eski kırık camlarında. Mario Levinin Evi çıkıyor karşıma. İstanbul Bir Masaldı’nın sayfaları açılıveriyor. Eksik olan zaman, bir de insan. Duvarların çoğunda resimler, Grafitiler başka bir âlem. Bir köpek resmi duvarda soruyor? Çocuklar bizden neden korkuyor? Birileri kedisini kaybetmiş ilanla arıyor.
Bir sokakta, havra, sinagog ve cami var. Yel değirmeni, öğütebilmiş dinleri ve eserleri yan yana. Don Kişot çıkıyor karşıma duvarlarında resimler, yazılar, eski binada tamirat devam ediyor. Bitkiler, çiçekler filize durmuş. Kaderine terk edilmiş metruk evlerin, kullanılmasına güzel bir örnek. Bir eskici arabasına konmuş, kırık dökük bir manken, iskemle, cam tabaklar, tablodaki kadın veda edermiş gibi bakıyor. Rüzgâr un kokusu taşıyor, un, iyot birbirine karışıyor. Tarihten mi diyorum, yok yufkacı Hilmi’den. Denize inen sokağın başında, maviliğin ortasından bir gemi geçiyor. Tablo gibi, durup izliyorum. Dua Tepe’nin oralarda, arada küçük taştan bir bina. Ufacık çıkıntılı bir balkon, camlar kırık dökük, bir Tekir bakıyor cam kırıklarından. Bir Aslanağzı tomurcuklaşmış, açtı, açacak. Saksısız, eriyen beton kırıntılarında nasılda tutunmuş hayata. Yanı başında fi tarihinden kalmış, bir futbol topu eskisi, yamru, yumru iplikleri çıkmış. Demirler boyasını soyup, pasa teslim etmiş kendini. Sıvalar kabuklaşmış, beton kalıntıları arasından sırıtan kırmızı tuğlalar.
Aslanağzı nasılda tutunmuş orada, toprağın olmadığı o balkon kalıntılarında. Yokluğa inat, yeşiliyle. Kırık camların arasındaki Tekir bir vakur. İçim gidiyor ah diyorum, ne olurdu, olsaydı bir yel değirmeni asılsaydım kanatlarına.
Nurten Yurt
0 yorum :