Meydanın gerçekliğini yitirmiş beton görüntüsünü izlerken üzüldüğümde kokuyla gelen görüntülerim. Köşedeki betonun üstünde ahşap ve camdan oluşan bir gazete bayii var. Ahmet Aga'nın kulübesi. Yetmişlerin siyah önlüklü öğrencisi giriyor kapısından. Tahta bankın üzeri yeni gelmiş mecmualar ve çizgi romanlarla dolu olduğu zaman sevinçten ağzı kulaklarında, bir köşeye ilişiyor sessizce. Ahmet Aga ses etmiyor gelene. Mevsim kışsa dışarı çıkıp teneke içinde sandık parçalarını yakıyor, köz haline geldiğinde kulübenin içine alıyor tenekeden mangalını. Öğrenci elindeki mecmuanın içinde yitip gitmiş çoktan. Harçlıklarının hepsini almaya yetmemesi mi, delicesine okuma merakımı onu buraya çeken? Saatlerin nasıl geçtiğinin farkında bile olmuyor. Eve geç kaldığından, annesinden tembihli, saati hatırlatıyor. Duymuyor onu, çizgi romanın içinde yitip gitmiş, tekrar seslendiğinde kaldırıyor başını. "Tamam, bir kaç sayfa kaldı" başını sallayarak çıkmadan, "fırına gidiyorum, gazete isteyen olursa verirsin" deyip çıkıyor.
Romanı bitirip kapağı kapattığında, kulübenin küçük camından uzanan elin farkına varıyor. İstenilen gazeteyi uzatıp parayı yerine koyduktan sonra, yeni gelen mecmuaların sayfalarını çeviriyor. Avni onun en sevdiklerinden, bu haftaki maceralarına gülümsüyor. Karikatürlerin mizahının ince detaylarında çizgilerin güzelliklerinde kayboluyor. Doğan Kardeş, Milliyet Çocuk ve Seksek onları ayırıyor, ödevleri bitirdikten sonra evde okunacaklar. Ayak parmaklarını hissetmediği, soğuktan burnunun yok olduğunu anladığı zaman gitme vakti gelmiştir. Ahmet Aga'ya dergilerin parasını uzatıp teşekkür ediyor. Kızgınlıkla söyleniyor " Geç kaldın yine anan söylenecek bana" sırtlandığı çantayla meydanı koşarak geçiyor önlüklü öğrenci.