Uzun zaman oldu, niyet ettik ya gelemedik bir türlü ada’ya. En son geldiğimizde içim acımıştı, evinin bakımsız derbederliğine. Müzeye dönüştürüldüğünü duyunca sevinmiştim, nihayet geldik işte. Ev güzel bakımlı ya, bu kez de bahçede yok olan nar ağacına üzüldüm. Yine de şanslısınız siz ada’da, hala ağaçlar insandan fazla. Şehrin ağaçlarını koruyamadık bir türlü, beton, cam ve demir yığınlarına rağbet çok fazla. İnsanlarda artık eskisi değil be üstat.
Hani o sözcüklerinle anlattığın insanlar var ya, sayfalar arasında mı kaldı ne. Oldukça azaldı, bir haller oldu ki sorma. Bölündü, parçalandı, halk dediğini ara ki bulasın. Hammaddesine uzaklaştıkça oluyor galiba bu haller, araya zift, plastik, demir bir de elektrik karışınca. Birinin bir diğerinin farklılığına tahammülü yok. Düşman belliyor, öyle sözcükler karıştı ki dilimize sorma gitsin. Üretmeden tüketme alışkanlığına kapıldı herkes, diktikleri a.v.m lerin suçu bu. Ağacı, doğayı, hayvanı okuyamayan, vitrindeki mallara sahip olmayı, teneke kutularının markaları ile övünmeyi, mal biriktirmeyi insanlık sanar oldu. Çoğalmanın ve bir topluluğa sahip olmanın egosuyla, bir diğer topluluğu anlamaya çalışmaktan çok yaftalar olduk. Duvarlar çekildi araya görünmeyen. Her şeyi keşfetti de bir kendini keşfedemedi insan, düşünmeden kapıldığı, yaşam uğruna kabullendikleri ile. Herkes kendi ayakkabısının içinde yürüyor yolunu, duygudaşlık denen kelime silindi sözlüklerden. Ama ümidimi kaybetmedim, bir şeyler oluyor hissediyorum, tam anlatamıyorum. Magmanın fokur daması gibi, hala insan olanların özüyle bulacağız kaybettiklerimizi.
Hep birilerinin dayatması olan duvarların yıkılması yakın, algıladığımız din, Siyaset, Para gibi duvarlar yavaş yavaş yıkılıyor, ya da aklı olan insan sorguluyor. İnsanoğlu içindekini çıkarıyor sonunda, tüm o safraların ardında özüne varınca anlayacak. Bir diğeri diye soyutladığını aslında kendi olduğunu. Doğa da bir tuhaflaştı ki sorma bir an günlük güneşlikken, bir bakıyorsun fırtına, alabora geçen yıl gelecektik ya, ada’ya seferler iptal, bir de kalabalıktık ki. Soluğu Çengel’de aldık, fırtınadan İncir’in bir yarısı kopmuş içler acısı. Yeşil yapraklar baharda savrulmuş, deniz kudurmuş. Bu güneymiş kısmet, ada sakin bizler de öyle bakma böyle sayıca az olsak da gelemeyenlerin yüreği bizle. Bahçeye sana yazdıkları mektupları asmışlar. Sözcükler ham geldi de kurusun diye mi? Yoksa bahçede okuman daha mı rahat bilemedim. Kalpazan kayaya çıktık yol boyu bir oksijen bir çam kokusu, iyota karışan mevsim doldurdu ciğerlerimi. Kalamar ve salata yiyip, bira içtik yanında. Deniz ayaklarımızı, restorancı cüzdanı yaladı. Faytona koşulan atın, tayına analığını seyreyledim. Sana yazdıklarımıza, gemiye geç kalmamak için bir koşturmaca içinde indik yokuşları. Güneş tepede kavururken ensemizi, doyamadım ada’ya nedense. Bahçeyi, ağaçları, asılı mektupları alt kattaki eşyalarını gördükten sonra çatı katındaki camlı masada yazıyorum bunları. Sonra bir delikten atacağım, bizimkiler gitti. Bir başına bu sözcükleri doldururken kâğıda, şişirdiysem sözcüklerimle kusura bakma. Ne bileyim işte bunlar çıktı, aceleyle. Bu kağıdı astırma öyle bahçeye falan, asarlarsa da sen okuduktan sonra bahçenin köşesine göm olur mu?
Sahi soramadım meraktayım ama oralar nasıl? Bizim Füsunaik hoca geçenlerde bir gözlük bulmuştu, cami avlusunda. O gözlüğü takınca başka dünyaları gördüğünü söylüyor. Hem sonra mektuplaşıyor muşsun onunla. Bak yine kayıp, kim bilir hangi köşeye girdi? Eğer ona görünüp te bana görünmezsen darılırım ha. Merdiven altının loş karanlığında resim çekeceğim, ne dersin kareye girmeye? O tunçtan heykelin pek bir hoş ama, ben ruhunu isterim arsızca.
Nurten Yurt
0 yorum :